Malumunuz bugün HÜDA PAR, İstanbul’da “Toplumsal Mutabakat Arayışı ve Yeni Anayasa” başlıklı bir çalıştay düzenleyecek.
Üç oturum şeklinde yapılacak olan bu çalıştaya birbirinden değerli akademisyenler ve uzman isimler sunum yapacaklar. Şimdiden hayırlı olsun inşallah.
Türkiye’nin önemli gündem maddelerinden biri de “Yeni Anayasa” veya “Sivil Anayasa” dır.
Bilindiği gibi Anayasa; bir ülkede yaşayan halkların uyması gereken yasaların toplamıdır. Dolayısıyla ülkenin anayasası, o ülkede yaşayan insanların sosyal, siyasal ve dini sorunlarına çözüm bulmalıdır. Yoksa halkların sorunlarının çözüm merkezi olan anayasanın kendisi sorun haline gelir. Toplumun; can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini sağlamayan yasaların toplamına “ANAYASA” demek en basit hali ile “ANA” kelimesine saygısızlık ve hakarettir.
Yeni anayasa; özü itibarı ile önceki anayasaların devamı olmamalı, bilakis hak ve özgürlüklerin yanında toplumun inanç ve kültürünü de dikkate almalı ve yeni bir toplumsal yapının inşası için imkan sağlamalıdır.
Önceki anayasalara kısaca değinecek olursak,
Birincisi; 1921`de Sultan Vahdettin`in talimatıyla oluşturulan teşkilat-ı esasiye yasalarıdır.
İkincisi; Tek Parti egemenliğindeki meclisçe yapılan 1924 anayasasıdır.
Üçüncü ve Dördüncüsü ise; 1961 ve 1982`de darbecilerin hazırladığı anayasalardır. Üzerinde belli zamanlarda revizyonlar yapıldıysa da mevcut anayasa 1982 darbe anayasasıdır.
1921`deki teşkilat-i esasiye den günümüze kadar 104 yıldır bu ülkede çıkarılan tüm anayasalar; aciz ve sorumsuz nesiller yetiştirmek, toplumu sekülerleştirme yarışına koymak, inancını, kültürünü ve tarihini unutturarak batıya entegre olmak, kısacası toplumumuzun sosyolojik yapısını değiştirmekten başka bir işe yaramış mı?
Yine şimdiye kadar çıkarılan anayasalar; Kemalist zihniyete sahip bir azınlığın, toplumu kendi ideolojik düşüncesine kaydırmak için bir terbiye aracı olarak kullanmaktan başka bir işe yaramış mı?
Hayır… Hele hele Müslüman toplumumuzun ihtiyacına asla cevap vermemiştir.
Doğrusu sadece Türkiye`deki anayasalar değil, şimdiye kadar hiçbir ülkede beşeri hiçbir anayasa tam anlamıyla bir “Toplumsal Sözleşme” hüviyeti kazanmamıştır. Tam tersi, o ülkede gücü elinde tutan yapının ideolojisini önceleyen metinler olmuştur. Dolayısıyla tüm halklara hitap eden adil bir düzenden ziyade, statükocuların zulümlerini meşrulaştırma aracı olmuştur.
Yüz yılı aşkın bir süredir Türkiye’deki Müslümanların yönü Washington, Londra ve Paris`e doğruyken, artık aslına dönerek yönünü Mekke, Medine ve Kudüs`e çevirmelidir. Bunu da inanç merkezli yapılacak anayasa ile garanti altına almalıdır. Ve iyi bilinmelidir ki; Türkiye olarak hem İslam âleminde hem de dünyada söz sahibi olmak istiyorsak yapacağımız bütün işlerde, pergelin sabit ayağı inancımız olmalıdır.
Dolayısıyla yeni anayasa; toplumun inancını esas almalı. Neredeyse nüfusunun tamamı Müslüman olan bir ülkede, Müslüman yöneticilerin eliyle, inançlarına aykırı bir anayasa yapmaları halinde, yasaları yapan ilgili merciler, ne Allah (cc)`a ne de halka hesap veremezler.
Kısacası hem siyasi iktidar hem de duyarlı tüm partiler yeni anayasayı bu bağlamda değerlendirmeli ve başka emellere kurban ederek taviz vermemelidir. Aynı şekilde azınlık olan Kemalist tayfaya karşı ilkesel bir duruş sergilemeli ve konjonktürel kazanımlar uğruna Müslüman halkın beklentisini boşa çıkarmamalıdır.