• DOLAR 32.651
  • EURO 34.856
  • ALTIN 2491.56
  • ...

Aynı günlerde aynı mahallede doğmuş, aynı çamurlu sokakta kirlenmiş ve hatta aynı ana terliğinin acısını paylaşmıştılar. Yusuf ve Mahmut, kardeşten de öte,  tabirinin gölgesinde serpilip büyüyen iki komşu çocuğuydular aslında. İkisi de bir noktadan sonra okuyamamış çocuk yaştayken aynı yerde çıraklığa başlamıştılar.

Babalarını kıramayan hırdavatçı Remzi’ye, eti senin kemiği benim, mantığıyla teslim edildikleri gün almışlardı ilkokulun son karnesini… Her çocuk kadar yaramazdılar ama gayretleri ve rekabetleri yaramazlıklarına olgunluk ve karakter kattığı için tatlıydılar aslında…

Gün gelmiş serpilip delikanlı olmuşlardı. Onların yaşında bir tek kız çocuğuna sahip olan Remzi Usta ikisini de evladı yerine koymuştu. Onlar da işe kendi işleriymiş gibi dört elle sarılmışlar ve Hırdavatçı Remzi’den mütahid Remzi’ye giden yolda köprü olmuştular.

Aile kurmaların vakti gelmişti artık. Ömürlerini rekabetle, aynı hedefe koşmakla geçiren Mahmut ve Yusuf, her seferinde kardeş kalmayı başarmış ve aynı hedefi beraberce elde etmiştiler.

Ama bu sefer durum farklıydı. Mesele gönül meselesiydi. İkisinin de kalbi ustaların evinde atıyordu adeta… Remzi Usta da kızının evladı olarak gördüğü bu iki gençten birisiyle evlenmesini istiyordu. Ama bir tercih yapması zordu. Ne yazık ki; Sadece bir kızı vardı. İki genç de açıkça niyetlerini beyan etmiştiler.

Bu müşkül durumun çözümü Remzi Usta’nın kızına kalmıştı. Yusuf demişti hayâ çerisinde babasına cevap olarak… Mahmut yıkılmıştı adeta… Ama geçmişin hukuku suskun kalmasını ve kabullenmesini elzem kılmaktaydı.  Fakat damarlarını bir anda Kâbil kanı işgal etmişti…

Her şey olurunda gitmiş Yusuf, ustasının damadı olmuştu… Mahmut bir kardeş gibi üzerine düşeni yaparak Yusuf’a her konuda destek olmuştu. Damarlarından kalbine akan Kâbil kanı içini kemirse de aklı direnmekteydi… Ama ne zamana kadar o da bilmiyordu… Haset içten içe kemirmekteydi Yusuf’a karşı olan duygularını…

Hem muhabbet beslediği kızı kaybetmişti hem de Yusuf, Remzi Usta’ya varis olmuştu…

Oysa Remzi Usta her ikisini de halen aynı oranda seviyordu… Zaten son nefesini vermeden önce de tüm malını sürekli ortak kalmaları şartıyla ikisine bağışlamıştı… Artık iki işadamıydılar ve işlerini daha da ileriye taşımaya kararlıydılar.

Remzi Usta’nın vefatıyla Mahmut’un duygularının önündeki engel de vefat etmişti adeta… Yusuf her ne kadar Mahmut’ta kimi değişiklikler sezse de yılların hukukuyla ona güvenmeye devam ediyordu.

O sabah işyerine gittiğinde Mahmut onu güler yüzle karşılamış ve iyi bir iş teklifi aldığını belirterek acilen gidip anılan yerdeki alana bakmaları gerektiğini söylemişti.

Yola çıkmıştılar, ama kimi gariplikler vardı. Mahmut adeta gizlice çıkmalarını sağlamıştı. Nihayet şehrin dışındaydılar. Yusuf bir anda kafasının arkasında şiddetli bir darbe ve acı hissetti… Dönünce de Mahmut’un elindeki kocaman taşı gördü ve ikinci darbeyle sendeleyip yere yığıldı..

Neden? Diye son nefesiyle sordu… Mahmut sadece Yusuf’un parmağındaki yüzüğü işaret etti… Yusuf anlamıştı…

Bu sana kalmaz, elbette bunun hesabını verirsin, dedi. Mahmut, hesap mı burada kimse yok ki, kim bilecek ki? Diyecek oldu, Yusuf yağan yağmuru gösterdi ve Allah dilerse bu yağmur dile gelir ve yaptığın zulmü açığa çıkarır dedi. Bu son sözü olmuştu Yusuf’un…

Yol boyunca Yusuf’un son sözlerini düşünen Mahmut, Yağmur mu? Yağmur mu konuşup beni ele verecek, diye sırıtıyordu…

Mahmut bir şekilde bu olaydan sıyrılmıştı. Zaman geçmiş ve Yusuf’un dul eşiyle evlenmişti… İşleri büyütmüş köşk, konak sahibi olmuştu…

Yıllar geçmişti… İşler artık Mahmut’un evlatlarının elindeydi. Kendisi ise emekliliğin keyfini çıkarıyordu adeta…

Lüks köşkün penceresinden içinde envai çeşit güllerin bulunduğu bahçesine bakıyordu… Dışarıda yağan yağmur derinlerde bir yere sızı olarak düşüyordu. Ama o derinleri dinlemeyi çoktan bırakmıştı. Yağmura baktıkça çehresinde beliren gülümseme kahkahaya doğru yol almaktaydı…

Oturduğu yerden kocasını seyreden kadın hayret içindeydi. Kocası halden hale giriyor, gülümsüyor, konuşuyor ve en nihayetinde kahkaha atıyordu…

Dayanamayıp sordu, hayırdır? Yok, bir şey, cevabı onu tatmin etmemişti. Israr etti.

Yağmur şiddetini arttırmıştı. Kadın da ısrarını yağmurun ritmine uydurmuştu… Mahmut’un dizlerinin bağı gibi dilinin dizginleri de çözülmek üzereydi… Durdu düşündü ve Yağmur’un dili diye mırıldandı.

Konuşan o uydu yoksa yağmur muydu? O da bunu bilmiyordu… Sadece o konuştukça halden hale giren hanımının silueti vardı gözlerinin önünde… Bir de yağmurun sesi…

Kadın çırpınıyor elleriyle kafasını dövüyordu… Mahmut, yağmur gibi yaptıklarını anlatıyordu… Kimdi konuşan acaba? Mahmut mu? Yağmur mu?

Yağmur dile gelmişti? Yusuf’un son sözleri odadaki atmosferde çınlamaktaydı… Mahmut 30 yıllık hikâyeyi anlatmış, rahatlamıştı adeta. Zavallı Yusuf, dedi kadın duyacak şekilde… Yağmurun dili beni ele vereceğini sanıyordu…

Kadın çıldırmıştı adeta… Be hey katil, be hey ahmak görmüyor musun yağmur dile geldi ve seni ele verdi işte…

Mahmut’un jetonu yeni düşmüştü adeta… O masum yağmur taneleri şimdi balyoz gibi iniyordu beynine birer ikişer…

İşte böyleydi… Hakikatin o güzel huyu bir kez daha tecelli etmişti… Bir damla su bir hakikate beyaz perde oluvermişti…

Kadın Yusuf’u unutmamıştı… Şimdi çocuklarının babası da olsa o da bir katre yağmur olmaya kararlıydı…

Dile gelen yağmuru kısas yoluna akıtmaya kararlıydı ve de öyle yaptı…

Allah dileyince Yağmur da dile gelip Yusuf’a şahitlik etmişti…