• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2498.11
  • ...

-Hol Kampı’nda Neler Oluyor?

Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından 1991'de Saddam’ın zulmünden kaçan Irak’lılar için Kuzey Suriye’nin Haseke kentinin 45 km doğusunda kurulan Hol Kampı bugün yaklaşık 65 bin kişilik olağandışı sayısıyla dünyanın en büyük kamplarından biri haline gelmiş durumda.

Hol Kampı’nı gündem yapan mesele kalabalığı değil elbet.

Bir süredir bazı sol ve Batılı medya organları Hol Kampı hakkında sözüm ona araştırma adı altında “Müdahale Edilsin” amacıyla yazıp çiziyorlardı.

Hol Kampı’nda 25 bin Suriye’li, 20 bin Irak’lı ve yaklaşık 48 ülkeden 20 bin civarında DAEŞ’li aile bulunduğu söyleniyor.

Mezkur basın yayın organlarının Kamp hakkında tahrik içerikli anlatımları netice vermiş ve sonuçta dün itibariyle DSG(YPG/PKK) güçleri 6 bin kişilik bir güçle sözüm ona DAEŞ’in etkisini sona erdirmek için büyük çaplı bir operasyona başlamış.

DAEŞ’e yönelik “insani ve güvenlik operasyonu” başlatan DSG’nin Asayiş Birimleri komutanı Ali el-Hassan;

“Hol Kampı’nda her türlü terörizm faaliyetinin yürütüldüğünü” ifade ediyor.

Dünya Basını “Kampın DAEŞ’in kalesi haline geldiği, DAEŞ’in burada “Hilafet Devleti” ilan ettiğini belirtmişti.

Bir yandan basın diğer yandan Uluslararası Koalisyon ve DSG’nin operasyonları ile insanın aklına birçok soru geliyor;

DAEŞ, coğrafik hakimiyetini kaybedince kimler “tekrar hayat bulsun toparlansın diye ona yol verdi? Hatırlanacağı gibi koalisyon güçleri koridor açmış ve DAEŞ’ten geriye kalanların Hol Kampı’na taşınması konusunda dolaylı destek vermişlerdi.

Müslüman ailelerin bir şekilde kurtulmuş olması elbette ki mutluluk verici bir olay idi.

Ancak olayın arka planında yine şeytani bir hesap olduğunu görüyoruz.

Dış güvenliği DSG tarafından sağlanan kamptaki insanların tam anlamıyla Özgür olmadıkları gerçeğiyle birlikte burada hangi anlayışla “Hilafet Devleti” ilan edildiğini anlamak güç. Aynı şekilde birçok mahrumiyetin yaşandığı kampta Şer’i hükümlerin uygulanmaya çalışılması konusu da başlı başına ayrı bir sıkıntı unsuru.

Fıkhi yönden esaret durumunda kısıtlılıkta ve mahrumiyet hallerinde İslam Şeriatının uygulanırlılığı tartışmalı bir konu iken böylesi bir kampta hükümlerin katı bir şekilde uygulanmaya çalışılması hem ilmi yönden hem de siyasi yönden basiretsizliktir.

Onca ailenin kadın ve çocuğun bilinçli bir plan dahilinde o kampta tutulması konusunun da başlı başına ele alınması gerekir.

Bu aileler neden ülkelerine iade edilmiyor, ülkeler bu vatandaşlarını neden geri almıyor?

-TSK’yı İrtica İle Korkutanlar!

Birkaç gün önce TSK yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle “Yasak Kriterleri” değiştirilerek İRTİCA konusu kapsam dışı bırakıldı.

Ne olduysa bundan sonra oldu.

Sol-Laik ve Kemalistler, tüm güçleriyle saldırıya geçerek “Eyvah İrtica geliyor!” paranoyasına kan pompalamaya başladılar.

Bu konuda o kadar aşırı söylemler geliştirdiler ki neredeyse tehdit dili kullanacaklar.

Bunlardan biri olan Emekli askeri hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, Harp Okulları ve Astsubay Yüksekokullarına giriş koşulları arasında bulunan  ‘İrticai faaliyete karışmamış olma’ şartının kaldırılmış olmasını “TSK’nın sonunu getirebilecek kadar tehlikeli olduğunu..” söyleyerek bu değişikliğin ‘Komuta kademesine haber verilmeden yapıldığını’ özellikle vurguluyor.

Üçok, “TSK’nın komuta kademesi bu değişiklikten haberdar olmuş olsaydı buna müsaade etmeyecekti” diyor.

Bu cenah’ın İrtica kelimesine karşı ciddi bir antipatisi olduğu sır değil.

Konu İrtica olunca doludizgin saldırıya geçerler.

Mesela Üçok dâhil bu konuda konuşan Laik- Kemalistlerin sık sık vurgu yaptıkları konu;

“Bu orduda cemaat mensubu askerler, kendi başkomutanları olan Cumhurbaşkanının evini bombaladılar. Vatandaşın üzerine silah sıktılar…” anlatımıdır.

Kimse de çıkıp “Bu anlattıklarınız FETÖ’nün asker yapılanması tarafından yapıldı, tamam doğru da bundan önceki darbeleri yapan Laik Kemalistler de halka ateş açtı, tüm siyasileri toplayıp cezaevlerine doldurdu, ideolojik karşıtları olan binlerce insanı işkencelerde katletti…”

Mesele Laik Kemalistler olunca ‘Darbe dâhil her icraatları meşru mu oluyor?’

Anlaşılan o ki Laik Kemalist cenah, orduda kendilerinden başka hiçbir kesimi istemiyor.

Neden acaba?

Yarın bir gün uygun konjonktürü bulduklarında “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!” diyen (sözde) sivil milislerin yeniden ortalığı karıştırarak “Ordu Göreve” çağrısında bulunmalarıyla yine ülke yönetimine göz dikmek mi istiyorlar.

Öyle ya görülen o ki kendi ideolojik arka bahçeleri olan partilerin seçimle işbaşına gelemiyeceğini herkes gibi onlar da rahatlıkla görebiliyorlar.