• DOLAR 32.375
  • EURO 34.957
  • ALTIN 2325.76
  • ...

Dünyanın gündemi her kıta ve her  ülke için farklı aksa da iki şehirde yaşananlar artık tüm dünyayı etkileyecek boyuta gelmiş durumda.

28 Ocak’ta ‘de facto’ durum ile tüm dünyaya tek taraflı sözde “Barış planını” açıkladıklarını ilan eden Trump ve Netanyahu Ortadoğu’yu göz göre göre yeni ve uzun süreceği belli olan bir çatışmalar sarmalına doğru sürüklemiş oldular.

Doğrusu ABD ve Siyonist Rejim açısından bu “İşgal Planı”yla her şey olmuş bitmiş görünüyor. Yani artılarını eksilerini kendilerine göre hesaplamışlar.

Çünkü 80 sayfalık planda her madde tek taraflı olarak karara bağlanmış ve Filistin tarafına 4 yıllık bir süre tanınarak işgal planında belirtilen kararlara saygıyla boyun eğmeleri  söylenmekte ya da başka bir deyimle ‘Fırsat tanınmakta.’

Kısacası Filistinlilerden uysal koyunlar olmaları istenmekte, Direniş Gruplarından da koşulsuz bir şekilde silahlarını bırakıp Siyonistlerin, Filistin Halkı hakkındaki kararlarına teslim olmaları beklenmekte.

ABD’deki Siyonist Lobi ve NSA(ABD Ulusal İstihbaratı) “Yahudiler lehine karar verilmesinin vakti gelmiştir” diyerek Trump’a bu uçuk imzayı attırsalar da Müslümanların göstereceği dik duruş son noktayı koyacaktır.

ABD’in kendi ulusal çıkarları dışında attığı bu adım; Siyonistlerin güvenliğini sağlama ve yaklaşan seçimlerde Siyonist Lobi’nin desteğini almak amacıyla olsa da İslam Dünyası için yeni bir dönemin başlangıcı sayılır.

Son çeyrek yüzyılda İslam Dünyasında ağır da olsa başlayan “Uyanış ve Diriliş” İslam’ın sahih bir şekilde anlaşılmasıyla günden güne daha iyi bir noktaya gidiyor. Elbette bunda bilim ve teknolojinin sağladığı “Bilgiye erişimin kolaylaştırıcı” etkisi bulunsa da Kudüs ve Filistin’in işgali en önemli etken olmayı sürdürüyor.

Yeni dönemde de Ümmet için “Uyanışın sürmesi” konusunun başat rolünde yine Kudüs ve Mescid-i Aksa konusu geliyor.

Doğu’dan Batı’ya Müslümanların ortak bir konuda bir araya gelebildiği tek nokta Kudüs Davasıdır.

Belki de Kudüs’ün Müslümanlar açısından en önemli getirisi; bu konuyu işleyen hiçbir Müslümanın başka Müslümanlarla itişip kakışmamasını sağlamasıdır.

Bundan dolayı Kudüs ile ilgili yapılacak (iyi niyetli) her türlü etkinliğe katılmak ve Ümmetin gür sesini haykırmak gerekir. "Kudüs Bizimdir!" bir slogan bir şiar haline geldikçe Müslümanlar arasındaki anlamsız ve önemsiz sorunlar da yerini Selahaddin-i Eyyubi'deki gibi ulvi bir derde bırakır.

Yani “işgal altındaki kutsal İslam beldesini özgürlüğüne kavuşturma derdinin her dertten daha önemli olduğu” gerçeğinin bir yaşam tarzına ve hayat felsefesine dönüştürülmesinin sağlanması.

Bu aralar Ümmet için önem arz eden ikinci şehir İdlib'dir.

Rusya'nın hava gücü desteğiyle Baas rejiminin önünü açarak İdlib'in yakın çevresinin neredeyse tümüyle Rejim güçlerinin eline geçmesi sonrasında Astana ve Soçi süreçlerinin çökmeleri, yeni gerginliklerin baş göstermesine yol açtı.

Bu durum ilk etapta Türkiye askeriyle Baas Rejim güçleri arasındaki bir çekişme gibi görünse de aslında olayın Türkiye- Rusya ve Türkiye-İran boyutları bulunmaktadır ki endişeleri asıl artıran budur.

Putin ustaca manevralarla Türkiye'yi NATO'daki en zayıf halka haline getirmişken şimdi bu ayrıcalığı kaybetmemek için İdlib'teki Türkiye varlığına göz yumacak mı?

İran, Suriye'nin eski otoritesini tekrar kazanmasının önündeki en önemli engel olan İdlib düğümünün çözümü için Türkiye ile işbirliğine gidecek mi?

İşbirliği yapması tüm bölge için güzel neticeler verecektir. Aksini düşünmek bile ürkütücü birçok senaryonun tüm Ortadoğu'yu bir daha vurması demektir.