GÜLEN İNEK
Enver Sadat'ın cezasını kestiğinde, Hüsnü Mübarek ile ilgili de, Merhum Halit İslambuli bir şey düşündü mü, bilmiyorum.
Lakin, akabinde tam otuz sene sürecek diktatörlüğü süresince yaptıklarını bilmiş olsaydı, herhalde bir şeyler düşünmüş olurdu.
Aynı durumu, bu kez tersinden, İhvan-ı Müslimin'in, İmam Hasan El Benna'dan sonraki ikinci genel Mürşidi Hasan Hudaybi ile Cemal Abdünnasır için de değerlendirebiliriz, sanırım.
Zira İngiliz işgalini o dönemki Krallık ile birlikte ortadan kaldırıp İslamî esaslara uygun bir Cumhuriyet rejimi kurmak için, gelip İhvan-ı Müslimin'den yardım isteyen bir generaldir Abdunnasır.
Ve de Hasan Hudaybi ve yönetici arkadaşlarıyla da bu hususta anlaşmıştır.
Akabinde İhvan tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşatacağını bilseydi herhalde, Merhum Hudaybi de çok daha farklı bir karşılık verecekti.
Doğrusu bu tarz bir yaklaşımın sonu gelmez.
Zira böyle yapılırsa mesele, Firavun'un Musa Aleyhisselam'ı Nil'de bulduklarında hemencecik katletmemesine kadar uzayacaktır!
Evet ileride pişman olmamak için 'ân'ın kararını en isabetli şekliyle vermek için bütün gayretini ortaya koymak gereklidir.
Lâkin bunu yaptıktan sonra, artık 'keşke'ler ve varsayımlarla uğraşmaya yer yoktur.
Kadir-i Mutlak olan Rabbimizin takdirine teslim olunur.
Kader, firavuncuk Hüsnü'nün azabını arttırmayı dilemiş, kimbilir!
Mısır muasır tarihinin en uzun süreli diktatörü Hüsnü, israil'e karşı savaştaki sözümona hava başarısı sebebiyle başkan yardımcısı olarak atanmışlığından tecrübeyle, kendisi otuz sene boyunca ikinci adam atamayarak diktasını uzun kılmak ve kimbilir, belki de oğluna devretmek arzusundaydı.
Zira muhaliflerine göre perde arkasındaki asıl yönetici Suzan Mübarek'in, oğulları Cemal'i, babasına halef olarak düşündüğünü cümle âlem biliyordu.
Yine de, takdir-i ilahiye bakın ki, 2011 Ocak halk ayaklanmasında, bir işe yaramamış olsa da, son bir manevra anlamında, ikinci adam olarak istihbarat müdürü Ömer Süleyman'ı atamakla, otuz sene boyunca yapmaktan kaçındığını işlemek zorunda kalmıştı.
Diktatörlüğü boyunca, öncesinde seneler boyu yaşadığı Sovyetlerin etkisiyle olacak, İslam'dan hep nefret etti.
Bu sebeple İslami hareketlere çok vahşi bir şekilde zulmetmekten geri durmadı.
Takdir-i ilahi, altı olduğu söylenen tüm suikast girişimlerinden de sağ kurtuldu.
Mekke'de iken karşılaştığı Mısırlı bir hocanın, "Allah'tan kork" lafına o kadar içerlemişti ki, tutuklayıp cezaevinde gözünü çıkaracak denli öfkelenmişti.
Ama, şimdi reklam olmasın ama, meşhur peynir markası "la vache qui rit"nin logosundaki hayvana atfen onu çok 'seven' batılılarca takılan "gülen inek" lakabı ise pek bi hoşuna giderdi.
Zira en nihayetinde, kendilerini İhvan-ı Müslimin'in gelmesiyle korkutup yerine sağlamlaştırdığı, o çok sevdiği batının taktığı lakap idi.
Hani, onlar da hınzırı, pardon gülen ineği pek bir sevmişlerdi.
Doğrusu, gecikmemiş olsaydım, 'Allah sahibine bağışlasın" diyebilirdim.
Lâkin, artık sahipleri değişti.
Zira bundan sonra iş Zebanilerde!
"Ardlarından ne gök ağladı, ne yer! Onlara artık mühlet de verilmedi!" (Duhân Suresi-29)