• DOLAR 32.598
  • EURO 34.797
  • ALTIN 2496.163
  • ...

Reform ve Rönesans, XIV-XV. yüzyıl Avrupa`sının değişiminin literatürdeki adıdır. Avrupa, Reform ile İncil`in özüne dönüş adı altında laikliğe geçiş yapıp İncil`i hayatın dışına, kilise duvarlarının içine hapsetmiş; Rönesans ile de, sanat bilim alanlarında gelişmeler kaydetmiştir. Genelde Şark, özelde İslam alemi de zorunlu bir değişim sürecine girmiş ve bu sürecin doğum sancılarını yaşamaktadır.

Şüphesiz genelde Şark, özelde de İslam Alemi, Batı gibi karanlık bir geçmişe sahip değildir. Beni Adem ve tabiat, İslam`ın yükselişi ile anlam kazanmış, medeniyet ve mahlukata saygı zirve yapmıştır. Nebatat, hayvanat ve Ademoğlu, Şark çıkışlı Konfüçyüs ve Budizm gibi inançların etki alanlarında bile, Batı`nın iktidar dönemine nazaran masum ve bakir kalmış, yücelmiş; huzur bulmuştur. İslamiyet sosyal ve siyasî hayatı imar ve inşa ederken, tahribat ve şer cephesinin sert direnişi ile her defasında karşılaşmıştır. Ali Şeriati`nin deyimi ile “İslam (tevhid anlayışı), geldiği ilk günden beri, zorlu küfür ve şirk odaklarıyla büyük meydan muharebeleri vermiş, hepsinden de galip gelmiştir ancak, bu süreçte kendisi de ağır yaralar almıştır.” Örneğin Peygamber (s.a.v.) ve varisleri, yönetimde “istişare, meşrutiyet, cumhuriyet, şeriat..” kavramlarını esas alırlarken; Süfyan zihniyetinin hakim olduğu, sonraki dönemlerin iktidar sahipleri ise bunlarla çelişen “emir, talimat; sultan, padişah, kral, paşa; laiklik…”  gibi kavramları esas almışlardır. Garip olan da tüm bu sapmaları, inanç ve halka hizmet adına yaptıklarını savunmalarıdır. Müslüman halk bunların meşruiyetine inandı, inandırıldı. Gerçek ise bunların dışında hem de 1300 küsûr yıl ötede idi. Bu gerçeğe erişmek ise Kur`an sayfaları, Peygamber(as) ve halkasının yaşam öyküsü kadar uzaktı. Yani yanı başımızda.

Müslüman halkların, ancak tarih sayfalarında okuduğu öze dönüş, aradığı değişim, ümmetin gafletine rağmen tekrar gelmiştir. Arap baharı diye adlandırılan İslam baharı ile bu devre başlamıştır.

Müslümanların ve insanlığın şeytanı olan Batı artık, gerçekten yorgun savaşçı konumuna düşmüştür. Çünkü, 1945 sonrası siyasal alanda insanlığa, meşruiyet dışında her sistem ve düşünceyi denettirdi. İnsanlık alemini kadavraya çevirdi. O da şaşkın. Bizler ise kendimize gelmeye çalışıyoruz. Şeytan bu şaşkınlığı ile ülkeler karıştırdı; Irak`a, Afganistan`a girdi, kan döktü; pençe gösterdi, diş gösterdi. Afganistan kayalıktı, pençeleri, dişleri ağır hasar gördü. Girdiği çöller ise vücudunun suyunu kuruttu. Bitkin canavar, bütün bunlara rağmen Şark`ın cazibesine de tam da bu dönemde vuruldu. Bu yüzden girdiği yerden çıkamıyor. Batının aşkı, tamamen karşılıksız bir sevdadır. Aşk ferman dinlemiyor. H. Keshencer`in deyimi ile “Petrol Araplara bırakılacak kadar değersiz değildir.” İşte bu kıt kaynaklar, beyaz adamı çılgına döndermiş.

Yerlilere ait kıtaları talan eden haçlı zihniyeti yine kapımıza dayanmış, hanemize girmiş, mahremimizi çiğnemiştir. Bu kez, demokrasi adına. Moğol istilasının çağdaş şekli. O dönemin İslam coğrafyasında Moğolları, gerçek anlamda yenen bir ordu çıkamadı. Onlar, istilacı olarak geldikleri topraklarda evcilleştiler, dönüştüler; köklü medeniyetin karşısında teslim-i silah edip nihayetinde de İslamlaştılar. Medeniyet adına kaba kuvvetten başka sunacağı bir şeyi kalmayan Beyaz Adam; İslam ile her cephede kapsamlı bir mübarezeye çıkmıştır. İslam`ın helal çizgisi, haramda sınır tanımayan Batı kültürü ile hesaplaşmaktadır.

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası İslam coğrafyasında yaptığı toplum ve sistem mühendisliklerinin hiçbiri tutmadı. İslam baharı her şeye rağmen yine geldi; hoş geldi sefa geldi. Batı, İslam kapılarında yenilmez denen Moğol nesli gibi eriyecek, neticede de dönüşecek veya mağlup bir şekilde inine dönecektir. Asıl korkulması  gereken durum ise, ümmette kritik anlarda aşılmaz dağ gibi beliren “Irkçılık, mezhepçilik…” gibi hastalıklardır. Müslüman halk bunlardan çok çekti halen de çekiyor. Bu konuda ümmeti uyaran onca ayet, hadis ve tarihi acılar varken Müslümanlar bu hastalıkları, acaba ne kadar az hasarla aşacak? Anlatalım, anlayalım  ‘tevhidi, uhuvveti,  mezhebimizi,  ırkımızı, değil.`` Çünkü; kendini anlatan asla hakikati anlatamaz. ‘And olsun kendini kınayan nefse! Kendini kınayan nefs, Allah tarafından korunmuştur.`