• DOLAR 32.586
  • EURO 34.857
  • ALTIN 2430.285
  • ...
Felsefi doktrinlerde sosyal bilim alanında; sosyoloji ve dernek; siyasal alanda; komünizm, faşizm, meşrutiyet, parti birçok kavram görürüz. Bunlardan hareket kelimesi de artık siyasal yaşamımızın içinde diri ve toplumda etkin olan bir kavramdır. Buna, halka hizmete talip olan, bunun için de yasal zemin arayan oluşum da diyebiliriz. Basına geldiği kadarıyla 15 Temmuz 2012`de Diyarbakır`da Mustazaflar (Derneği)Hareketi`nin düzenlemiş olduğu toplantı, Türkiye için yeni bir siyasal hareketin miladı konumunda ve memlekete hayırlı olsun.
 
 Dünyadaki tüm siyasi oluşumların belli bir aşamadan sonra, kendine güvenleri nispetinde geçtikleri kademe daima bir üst aşamadır. Kendinde sınırlı bir güç gören ve bunu da sınırlı bir harekete çevirmek isteyenler ilk aşamada dernek kurarlar. Dernekler, malum mahallidir, yereldir. Vakıf hizmetlerini de yine dernek gibi yorumlamak mümkündür. Dernekler, sosyal hayata hizmeti amaçladıkları gibi, tabiat ve tabiattaki canlıları koruma amacına matuf da olabilirler. Kanaryalar derneği, insan hakları derneği, hayvan hakları dernekleri gibi. Vakıflar ise daha çok hayra yönelik hizmetleri yürütür. Yani halktan aldıkları imkânları yine halka hizmette kullanırlar. Bunlar çok sınırlı, sosyal veya dolaylı da olsa siyasal alanı temsil ederler. Büyüme, geniş kitlelere hizmet sunma şansları da mahduttur. Zaten yasalar da buna imkân vermemektedir.
Dernek ve vakıf aşamasından sonraki etkin konum, partileşmek veya partileşmenin ön aşaması olan hareket olabilmektir. Batı`da ve özelikle de İslam âleminde siyasi hareketler, sosyal hayatın bir parçası olagelmiştir. Batıdaki komünizm, faşizm ve kapitalizm öncesi hareketler bugünkü Batı demokrasisinin öncüleri olmuştur. Doğu`da yani İslam âleminde de İran`daki Kum Kenti (Mollalar), Mısır`daki İhvan-ı Müslimin, Tunus`taki El-Nahda, Lübnan`daki Hizbullah hareketleri de ilgili ülkelerdeki mevcut siyasal oluşumun öncüleridir. İslam ülkelerindeki hareketlerin ortak noktaları da vardır. Bunlar, halklarının tabanında hızlıca kabul görmüş ve yayılmışlardır. Halk, tüm antipropaganda ve kasıtlı bilgi kirlenmesine rağmen statükoya itibar etmemiş, aksine imkânları kısıtlı olan muhalifler uğrunda ağır sıkıntılara katlanmıştır. Statüko ise her defasında halkının ve yasaların gereğini yerine getirmemişlerdir. Hukuk her defasında açıkça çiğnenmiş; yollar kesilmiş; muhalefete kendini ifade şansı tanınmamıştır. Sonuç da, her defasında statükonun, ithal rejimlerin hezimeti ile nihayetlenmiştir. Oysa İslami hareketler, millî görevlerde kusur etmemiş; sömürge sonrası halk kurtuluş savaşlarında da sınıfta kalmamıştır. Anadolu`daki Kuvayı Milliye ruhu da, Ankara hükümetinin öncesine kadar gücünü Hakk`tan alıyordu. Ancak her İslam ülkesinde olduğu gibi, cumhuriyetin teşekkülünden sonra birlik, beraberlik ve kurtuluşu esas gaye edinen; hinlik düşünmeyen cumhur, hem de cumhuriyet yönetiminde(!? ) tasfiye edilmiştir. Bu musannif cephesi de, uyguladığı her tesviye eyleminin sonunda ise kendi sonuna biraz daha yaklaşmıştır. İran`da, Mısır, Tunus ve nihayet 28 Şubat (Ergenekon)cuların şahsında bizdeki statükocular, nihayetinde çiğnedikleri hukuku arar duruma düşmekten de kurtulamamışlardır. İyisi mi? Bunların, kendi halklarını ve onların hukukunu tanımaları yani Hakk`a teslim olmalarıydı. Ama heyhat!
 
Hakk yolu olan halkın yolunda başarıya ulaşmanın yegane yolu; Geylani ‘nin de dediği gibi; “Başta Hakk`a teslim olmak yani hakikatin bir kısmını alıp bir kısmını bırakmamaktır.”
 
İkincisi (Nasuh) tevbe etmek. Hiç kimse masum ve vazgeçilmez değildir, illa Resul (a)! ‘Ey iman edenler, iman ediniz.` İlahi emri öz eleştiriye yöneliktir. Hizmete talip her kişi veya oluşum İhmal ettiği, görmezden geldiği, gafletiyle dahi olsa incittiği kişi ve grupların ayağına gidip gönül almalı velev ki kendisi haklı bile olsa. Yani Hakk`ın nazargahını imar etmelidir. Tevbe, kişiyi Yaradan`a yaklaştırıp yüceltir. Unutulmamalı ki insan kendini Hakk davasına adarken de hataya düşebilir. Halkın daima alacaklı olduğu bilinmeli. Türkiye`deki halkların yorgunluğu ve yönetime talip olanlara karşı bilinçaltına yerleştirdiği güven sorunu kale alınmalıdır. ‘Önden gelenler..` zamanla halkı çok ama çok hırpaladılar. Muhtelif kişi ve oluşumlar, Anadolu`da özellikle de Kürdistan`da halkı bir şekilde yormuştur. Kürt halkı, kendisine benzemeyen zihniyet ve kişilerle çokça baş başa kaldı. Çokça toplum mühendislikleri yapıldı. Bunun için endişesinde de haklıdır. Dolayısıyla, öncülüğe talip olanlar; tüm sayıları, basamakları silip sıfır`a değilse de bir`e mutlaka inmeli. O bir`de, kelime-i tevhid`den bildiğimiz Hakk olmalı. O bir; dirliğe, birliğe götürür. Tamamen dışarının maşası olan İttihat ve Terakki`yi sindiren bu aziz halk, biyografisinin şahidi; çilesi ve verdiği ağır bedeller olan mazlumları da pekâlâ bağrına basacaktır.
 
Başarının üçüncü yolu ise ilim öğrenmektir. Hakk`a teslim olan, tevbe eden bir güç bunlarla yetinemez. Mü`min, bir iğnenin deliğinden iki kere ısırılmaz. Ferasetli ve önsezi sahibidir. Üstün vasıflarını korumak, çağı ve coğrafyasını tanımak, emperyal güç ve yerli işbirlikçilerin desiselerine vakıf olmak için zamanın ilmi ile donanmak gerekir. Hâlihazırda Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi yönetimlerin; emperyalistlerin işgallerini, terörizme karşı huzur götürme operasyonları olarak algılamalarını ya cehalet ya da ihanet olarak algılama dışında bir şansımız kalmamaktadır. Bu hallerin ikisi de talihsizlik ama kaderimiz asla değildir.
 
Bir hareketin başarısının dördüncü yolu ilmi ile amel etmektir. Dünya ve ahirete yönelik öğrenilenlerin, yaşama uygulanması da lazımdır. Mü`min, madem halkı, Hakk için seviyor, medeniyet hizmet yolunu biliyor; o halde toplum adına konuşmaya, öncülük etmeye de talip olmalı ve bunu fiilen göstermelidir. Aksi halde muvaffak olamaz. Başarısız olur ve bu başarısızlıklarının nedenini de teferruat olan sebeplere sarılarak izah eder. Yenilgi aldıkça basireti körelir ve kazanacağı kitleyi ve kişileri suçlar durur. Rabbimiz “Kendini kınayan nefse and olsun” dediği halde “Hakk`a teslim olmayan, tövbe etmeyen, ilim öğrenip onunla amel etmeyen” her kişi ve çevre kendi cehaleti ile, sebepleri ilah etmeye devam eder. Ancak değişim de şarttır. Çünkü “Bulunduğunuz hal üzere idare olunursunuz” ve “Bir toplum kendini değiştirmedikçe biz onu değiştirecek değiliz ” emri, ilahî bir ikazdır.
 
Hareketlerin içinde, halka liderliğe en çok yaraşan hiç şüphesiz, Allah(c.) için karşılıksız sevenlerdir. Unutulmamalı ki, mazlumların sevdalıları hizmete, mal ve canları ile talip olmuş ve bundan sonra da olacaklar, ayrıca dünün ve bugünün kirli ve hain dessaslarını da en iyi onlar tanır ve ancak onlar teşhir eder.
 
Haydi, hayırlısı, dernekten vâkıfa, vakıftan harekete, belki partiye. Hakperestlere duyurulur. “Xudâ yar bî  âlem neyâr bî / Xudâ heye xem tunaye/ Allah yar olsun da tüm dünya düşman olsun/ Allah vardır gam yoktur.)
                
 Şerif EMİN / doğruhaber
 

Diğer Köşe Yazarları