• DOLAR 32.569
  • EURO 34.922
  • ALTIN 2430.809
  • ...

Mutlaka birçok Müslümanın aklından geçmiş sorulardır; “Gerçekler, doğrular, hak… en açık ve en anlaşılır şekilde tezahür ettiği zamanlarda bile nasıl oluyor da hala batıla, yanlışa, yalana sapan insanlar olabiliyor? Örneğin filan sözde önder hem yeterlilik bakımından hem ahlaken hem insanen hem dinen bu kadar afişe olmuşken nasıl olur hala onun peşinden giden yığınlar olabilir? Filan dava bu kadar çarpıkken, insanların beşeri ve ruhani vasıflarını soyutlayıp törpülerken, toplumu yıkıma uğratırken bunca tabanı nasıl bulabiliyor?”

Ben birçok kere bu soruları kendime sordum durdum. İçimdeki merakı tatmin edecek cevabı arıyordum. Her seferinde kendimce cevaplar buluyor ama bu soruları yanıtlayamadığından “Tamam cevabımı aldım” diyemiyordum.

Hak güneş gibi orta yerde ve apaçıkken bile insanlardan bazılarının bu kadar kör ve kalpsiz olmalarına anlam veremiyordum. Kendimce bulduğum en makul cevap akıl olgusu üzerineydi. Ama bu cevabın da çarpıklıklarını görebiliyordum. Diyordum ki; “Müslümanlar akıllı olduklarından ve akil davrandıklarından doğru ve yanlışı ayırt edip doğruya tabi oluyorlar. Diğerlerinin -tüm çirkin yüzü ortaya çıktığı halde- sapıklıkta ısrar etmeleri akıllı olmadıklarındandır”

Sonra bakıyordum o sapık dava bünyesinde öyle teorisyenler var ki akıl sorunu yaşamak bir yana o sapık davayı inşa edecek kapasiteye sahipler. Dolayısıyla akıl ile bağıntılı cevap yetersiz kalıyordu.

Kendime sorup da cevabını alamadığım bu soru yıllarca kafamı kurcaladıktan sonra, nihayetinde bir gün bir kitap ekinde yapılan bir kitap tanıtımı karanlıkta kalan ve arayıp durduğum cevaba fener gibi ışık tuttu.

“GERÇEKLER AKIL İLE DEĞİL AHLAK İLE GÖRÜLÜR” deniyordu. “Hah” dedim, “İşte benim cevabım”

Neticede kelami bir durum söz konusu olduğundan katılmayanlar, eleştirenler olabilir ama bence durum bundan ibarettir. İnsanlar ahlaklarının, karakterlerinin, tıynetlerinin yönlendirmesinden kurtulamıyor. Kendi ahlakına/mizacına uygun pozisyon alıyor. Bir insan tavuk kümesine girip yaşamaz, kabullenmez de zaten. Zira mizacı, ahlakı orayla örtüşmüyor. Siz sahip olduğunuz imanla Avrupai bir baloda kadınlı-erkekli, içkili meyli duramazsınız. Sıkılır, daralırsınız. Zira sahip olduğunuz İslami Ahlak, mizacınız oraya adapte değildir. Oysa böyle yerlerde gününü gün!!! edenler var. Şimdi biz onlara akılsız mı diyeceğiz. Hayır! Belki akıl fazlalığı bile olanları vardır. Ama gelin görün ki, onların ahlakları oraya mutabıktır. Ama ahlakı şehveti ile yoğrulmuş bir eğlenceperesti gönüllü olarak beş dakika bir mescidde tutamazsınız. Canı sıkılır, ruhu infilak derecesine gelir ve kaçar. Çünkü ahlakı mescid ahlakına menfidir.

Siz de bir gözlemleyin; insanların duruş sergiledikleri yer ile ahlaklarının örtüştüklerini göreceksiniz. Bakın mert, fedakâr, cesur davalar ve insanlar etrafında mertler, fedakârlar, cesurlar toplanırken, kaypak, zelil, korkak, bir dediği diğer bir dediğini tutmayan davalar ve insanlar etrafında yine aynı tıynetteki insanlar toplanır. Çünkü herkes kendi tabının mutabığına yöneliyor.

Ben bu noktadan çıkışla “Gerçekler akıl ile değil, ahlak ile görülür” tespitine katılıyorum. Tabi ki “Her tarif bir tahrifi doğurur” meselince bu tarifde de bir tahrif vuku bulmuş olabilir. Allah nasip ederse haftaya da bu tahrifi izale etmeye çalışacak, insanların yaşadıkları mekân ile ahlakları arasındaki ilişkiyi sorgulamaya gayret edeceğiz. Nitekim ahlakımız gereği ortam, mekan, dava veya fikir tercihinde bulunduğumuz gibi bir mekan veya dava içinde kala kala ahlakımızın da şekillendiğini kabul etmeliyiz. Bunun üzerinde haftaya konuşalım.

SELAM VE DUA İLE