• DOLAR 32.601
  • EURO 34.818
  • ALTIN 2497.114
  • ...

Bazı beşeri sistem ve ideolojilerin ilâhi vahiy kaynaklı İslam ile uyum ve münasebeti zaman zaman gündeme gelir. Çoğu zaman böylesi ciddi bir konu hakkında, bilen, uzman kişiler yanında bilmeyenlerin de görüş beyan etmeleri sıkça rastlanan bir durumdur. Hatta bazen ehliyetsiz kişi ve çevrelerin yanlış görüşleri daha baskın olur. Eskilerin deyimiyle konu ‘galatı meşhur lugat-ı fasihten evladır` şekline dönüşebilir. Okumayan bir toplumda mesnetsiz bilgi ve düşüncelerin kabulü de kolay olmaktadır. Yanlış bilgilenen, aldığı doğru bilgiyi de doğru bir şekilde uygulayamayan bir toplumda sorunlar daha da artar. Bilgiyi sağlam olmayan kaynaklardan almanın ve eleştirel bir kafa ile süzgeçten geçirmeden kullanmanın faturası da haliyle pahalıya mal olur.

 Kur`an, asırlar öncesinden bilginin kabulü konusunda bazı kriterlerin gözetilmesini önerir. Sağlam bir delile, belgeye dayanmayan bilgilerin bir değerinin olmayacağı ve haber kaynağının güvenilirliğinin önemine vurgu yapar. Güvensiz kaynaklardan ulaşan bilgilerin araştırılmasını, aksi takdirde sonucun hüsran olabileceğinin altını çizer.

  Genel anlamda ideolojik bir yapıyı dine yakın, onunla uyumlu göstermek, o düşüncenin halk nezdindeki kabulünü arttırma amaçlıdır ki, bu da siyasi otoritelerin baş vurduğu pragmatik bir yoldur. Günümüzde Müslüman toplumlardaki siyasi yapılar, kendi beşeri uygulamalarını İslam`ın kendisi, veya onun modern  bir versiyonu olarak göstermeye çalışıyorlar. İslam ile uzaktan yakından alakası, ilgisi olmayan keyfi yönetimlerini ‘şeriat yönetimi` olarak gösterenler bile var. Bu baptan Türkiye`deki belli çevreler de, laiklik uygulamalarının bir zaruret ve ihtiyaç olduğuna, bunun akıl dini İslam ile de çelişmediğine sık sık vurgu yaparlar. Oysa Türkiye`deki laiklik uygulamasının, bu düşüncenin doğduğu Avrupa`daki uygulamaları ile neredeyse alakası yok denecek kadar farklı olduğu bir gerçektir.

Beşeri her düşünce ve sistemin İslam ile örtüşen tarafları olabileceği gibi, uyuşmayan, zıt düşen tarafları da vardır elbette. Bazı beşeri sistemlerin bir tarafıyla İslam`a benzemeleri onların doğruluk ve meşruiyetinin bir gerekçesi olamaz. Zehir, belli oranlarda bazı ilaçlarda kullanılsa da, sudur diye içilemez, suyun yerini alamaz.  

Laiklik ve laisizm, ortaçağ Avrupası`nda Katolik kilisesinin yanlış uygulamalarına karşı bir tepki olarak doğmuştur. Şimdi yüzeysel bir bakış açısıyla kilisenin akıl dışı uygulamalarına karşı duruşun, haklı bir çıkış olacağı kabul edilebilir. Ancak, bazen bir yanlışı düzeltmek için yapılan bir eylem,  o yanlıştan daha vahim sonuçlar da doğurabilir. Bir hareket ve düşüncenin doğru ve haklı sayılması için onun yanlışa karşı konumlanması yeterli değildir. Avcının tane serpmesi kuşlara merhametinden değil, onları yakalayıp kesmek için olunca bu davranışın değerlendirilmesi değişir. Veya meşhur deyiş ile ‘kaş yapayım derken göz çıkarmak` durumu yaşanabilir. Şunu demek istiyorum; laikliğin kilise sultası ile beraber, kilisenin temsil ettiği dini değerleri de dışlamasının sonuçları vahim olmuştur. Bir dönem Fransa gibi bazı yerlerde laiklik dini değerlere bir düşmanlık şeklinde uygulanmıştır. Yani kilise ile laik düşüncenin uzun süren kavgasında sonuç: ‘Pireye kızıp yorganı yakmak` olmuştur diyebiliriz. Hıristiyanlık her ne kadar bozulmuş olsa da, genel ahlâki ilkelere sahip çıkıyor, onları yaymaya çalışıyordu. Laiklik, kapitalizmin bir ideolojisi olarak doğdu ve adaletsizlik, ahlâksızlık gibi gayrı insani değerlerin meşru görülmesinin zeminini oluşturdu. Zaten laikliğin özü olan ‘dinin devlet işlerine karışmaması` dinin yasakladığı bütün günahların serbestçe işlenmesi, devlet tarafından da bu cürümlerin korunma altına alınmasını ifade eder. Seküler kültürün egemen olduğu toplumlarda zina, faiz, sömürü, homoseksüellik vb birçok ahlâksızlık yasal güvence altındadır. Ahlâksız davranışların yasalarla  korunması bu toplumlarda insani değerler ile aile hayatını bitirme noktasına getirmiştir. Ekonomik refah seviyesinin çok yüksek olması bir şey ifade etmiyor. Toplum, derin bir ruhi bunalımın içine itilmiştir. Dinin etkinliğinin sınırlandırıldığı bir dünyada çok daha fazla kan ve gözyaşı akmaktadır. Tarihin en karanlık dönemlerinde bile bu kadar kan aktığı görülmemiştir. Evet gerçek dinin istismar edilmesi kötüdür; ama nefsin arzuladığı her tür ahlaksızlığı hayat şekli olarak tanımak daha kötüdür.

Laisizm sanki şöyle dedi: Evet tanrı var, ama o bizim işimize karışmasın. Bu tavır, eski yunan mitolojisindeki insan-tanrı ilişkisine benziyor. Modern bir firavunluk ruhudur laisizm, insanı tanrı yerine koyan çağdaş bir cahiliyedir .

Laikliğin İslami bir referansının olması muhaldir. Neden? Çünkü İslam hayat dinidir. Bu, Yahudilik ve Hıristiyanlık için de aynıdır. Dini hayattan soyutlayıp mabedin duvarları arasına hapsetmek onunla savaşmak demektir. İslam gibi, hayatın her alanını kapsayan bir dine bunu yapmak resmen bir savaş ilanıdır. Şayet İslam, bazılarının görmek istediği gibi salt inanç ve bir vicdan işi olsaydı peygamberler neden siyasi otorite ve güçlerle mücadele ettiler ki? Din, sadece bir vicdan işinden ibaret bir içerik olsaydı, tarihteki iktidarlar neden ona savaş açtılar? Musa firavun ile, İbrahim Nemrut ile neden mücadele etti?

Bazıları İncil`deki Hz İsa(as)ya izafe edilen ‘Kralın hakkını krala, Tanrının hakkını tanrıya veriniz` ifadesini laisizmin bir referansı olarak görürler ki, bu da yanlıştır. Bu sözün gerçekten İsa(as)`a ait olup olmadığı bir tarafa, ne amaçla, hangi münasebetle söylendiğine bakmak gerekir.

Evet laiklik, modern insanın uydurup dokunulmazlık zırhına büründürdüğü bir puttur. Şair`in dediği gibi:
Beşerin böyle dalaletleri var
Putunu kendi yapar, kendi tapar.

Şimdi bizimle tarihi ve kültürel bir bağı ve ilişkisi bulunmayan laikliğin bizde ne işi var; toplumsal dokumuza ne katkı sağladı diye sormak hakkımızdır. Farklı bir kültür dünyasındaki sorunlar ile onların çözümlerinin bizim dünyamızdaki sorun ve çözümleri ile aynı olabileceğini hiçbir akıl kabul etmez. Kansere yakalanmış biri için kullanılan ilaçların, sıtmaya yakalanmış kişiye de kullanılması nasıl bir sonuç doğurur? Evet kesinlikle olumlu bir sonuç olmaz ve büyük bir ihtimalle ilaçların yan etkileri diğer bazı tehlikeli hastalıkları tetikleyebilir de.  

Beşerin düşünceleri de kendisi gibi ebedi ve kalıcı değildir. İslam, ilâhi kaynaklıdır. İlâhi olan ile beşeri olan arasındaki fark çok büyüktür. İşin aslı ile fotoğrafı bir olabilir mi? İslam fıtri bir yasadır. İnsanın ve toplumun yapısına ondan daha uyumlu bir sistemin olabilme şansı yoktur.

Laiklik konusunda söylenecek çok şey var elbette. Öncelikle bu kavram ve içini dolduran mana ve mefhumun bizim kültür ve coğrafyamıza ait olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bize ait olmayan bir kavramın bizimle ne ilgisi olabilir diye sorulacak olursa bunun cevabını tarihe bakarak verebiliriz ancak. Peş peşe yenilgiler yaşayan Osmanlı, eskimiş yapısını yenilemede yetersiz kalınca olanlar oldu. Osmanlı aydını göz kamaştıran Avrupa`daki ilerlemelerin dine karşı laiklik akımı ile geçekleştiğini görünce ‘mal görmüş mağribi gibi` saldırdı. Avrupalı bir toplumun tarih sahnesindeki sınırlı bir tecrübesi evrensel bir ilke gibi algılandı. Bu ilkenin bizim yapı için gerekip gerekmediği, onu aldığımızda ne kazanıp ne kaybedeceğimiz hiç hesap edilmedi. Hasta`nın bedenine sağlıklı adamın elbisesini giydirerek hastanın iyileşeceği gibi aptalca bir uygulamaya gidildi. Buna tepki duyan hastanın eli ve ayakları kesildi, yüzüne de makyaj yapıldı ve ortaya ucube bir yapı çıktı.