• DOLAR 32.525
  • EURO 34.786
  • ALTIN 2497.64
  • ...

Çağımızda teknoloji hayatın her alanını etkileyen bir güce ulaştı. İnsan ve onun hayatında yer alan her şey, şu veya bu şekilde etkilendi, değişime uğradı. Meydana gelen bu değişimlerin doğurduğu olumsuz sonuçlar insanoğlunu derin bir buhrana sürükledi. Çoğu kişi sinir hastası olmuş. Teknik yöndeki gelişmeler, geçim zorlukları, bitip tükenmeyen ihtiraslar durmadan yeni sıkıntılar doğuruyor. Bir yanda su gibi akıp giden arabaların çıkardığı gürültüler, öbür yanda havadaki pislikler, gaz kokuları, insanlar arasındaki samimiyetin azalması, her yeri dolduran yoğun kalabalık ve trafik, hem beden hem de ruh sağlığımızı bozuyor.

Fransız filozof Jean-Jackues Rousseau(1712-1778), Dijon Akademisi`nin 1749`da açtığı bir yarışmada  ‘ Bilimlerin ve teknolojinin gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?`şeklinde sorulan soruya ‘hayır` diye cevap vermiş ve konu hakkında yazdığı yazısını ‘ bilim ve teknolojiyi icad eden şeytandır` şeklinde  noktalamıştır. Bilim, sanat ve teknolojinin, insan ve hayatı üzerindeki olumsuzluklarına değinen Rousseau`nın bu eleştirilerini konu alan yazısı 1750`de  akademi tarafından birinciliğe layık görülmüştür. Aslında Rousseau, bilime karşı değildir; o sadece bilimin doğurduğu olumsuz sonuçlara dikkat çekmek istemiştir. Aradan geçen onca zamanda insanlık bilimsel gelişmelerin ve ondan mütevellit teknolojinin esiri olmuş durumda. Kim bilir Rousseau bugünleri görseydi neler diyecekti.

Teknoloji, hayatın her alanında olduğu gibi dini anlayış, yaşayış ve dolayısıyla mabetler üzerinde de etkiler bırakmıştır. Bu etkiler genelde olumsuz olmuştur. Hiçbir iletişim teknolojisini kullanmamış peygamberler, tek başlarına seslerini çok büyük kitlelere ulaştırıp onları derinden etkilemişken, bugünün en ileri iletişim teknolojisini kullanan din, mezhep ve ideoloji sahiplerinin,  öğretilerini yaymada ve insanlara benimsetmede çok az başarı sağlamalarının bir nedeni de kullanılan teknoloji olabilir mi?

Teknolojinin de tıbbi ilaçlar gibi yan etkileri var. Bazen dozu fazla olunca zehirleyip öldürme durumu da olabilir. Bugünün akıllı telefon ve internet dünyası, gerçek hayat için büyük bir tehlike haline gelmiş, özellikle gençleri sanal alemde hapsederek onları bir tür esarete mahkum etmiştir.

Şimdi daha özel bir alanda, camilerimizde kullanılan ses teknolojisinin doğurduğu bazı sakıncalara değinmeye çalışalım. Cami hoparlörlerinden okunan ezan, verilen vaaz, okunan Kur`an ve duaların insanlar üzerinde ne tür bir etki yaptıklarının kapsamlı bir araştırma konusu olabilecek kadar önemli olduğunu belirtelim. İnsan psikolojisi üzerinde olumsuz etki yapan şehirlerimizdeki gürültünün üzerine binen yüksek ezan sesinin getirisi ve götürüsü üzerinde düşünmek gerekir artık. Ezan; dünya kirlerinden arınmaya, ruhu dinlendirmeye bir çağrıdır. Böylesi bir mesajı kulakları tırmalayan yüksek bir sesle iletmek ne derece doğrudur acaba?

İlâhi mesajın adı ‘vahiy`dir. Vahiy`in sözcük anlamı ‘gizli konuşma, fısıldama`dır. İlâhi kevnî ayetler de sessiz bir şekilde işlerler. Uzaydaki dev kütleler, üzerinde hayat sürdüğümüz yer küre, hareketi esnasında herhangi bir ses çıkartmaz. Şayet dünyamız kütlesi ve dönüş hızıyla orantılı bir ses çıkaracak olsaydı,  birçok canlının yaşama şansı olmayacaktı belki. Yani ilâhi kanunların egemen olduğu tabiat dünyasında ses kirliliği yapan bir şeye yer verilmemiştir. Duyduğumuz tabi seslerin hepsi,  dinlediğimiz en kaliteli müziklerden çok daha özgün ve dinlendiricidirler.

Rasulullah (sav) efendimizin namaz vakti girdiğinde müezzini Hz Bilal`e, ‘Ya Bilal, kalk da bizi rahatlat` dediği meşhurdur. Ezandaki manevi gücün, bugün de onu duyan birçok yabancı üzerinde etki bıraktığı ve hatta bu nedenle bazılarının İslam`ı seçtiği de bir gerçektir. Hal böyle iken ülkemizde bazı kişilerin mevcut ezan sesinin yüksekliğinden rahatsızlık duydukları ve bu rahatsızlıklarını değişik şekillerde dile getirdiklerine de şahit oluyoruz. Evet, İslam`a karşı önyargılı insanlar elbette var. Ancak bu gerekçe ile beraber ezan sesinin yüksek olduğu gerçeğini de görmezden gelmemek lazım. Şahsi kanaatim de ezan sesinin yüksek olduğu ve bunun makul bir seviyeye getirilmesi gerektiği yönündedir. Bu önemli konu hakkında diyanetin etraflı ve geniş bir araştırma yapması ve bu işi makul bir şekilde çözüme ulaştırmasının vakti gelmiştir bence.

Fısıltıya yakın bir ses tonunun insan üzerinde daha etkili olduğu gerçeği unutulmamalıdır. İbadetlerin çoğunda sessiz okumaların elbette bir nedeni vardır. Bununla beraber yüksek sesin de etkili olduğu zaman ve konumlar var, ama bunlar sınırlıdır. Bence yüksek ses sadece muharebe ve bazı toplumsal etkinliklerde işe yarayabilir. Gür bir ses, askerleri cesarete getirebilir, taraftarları coşturabilir.

Kur`an, sesin yükseltilmemesini emir kipiyle ifade eder.` Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Gerçek şu ki, seslerin en çirkini, elbette eşeklerin sesidir.`(Lokman suresi: 19) Bu ayetteki ‘ses` ifadesi mutlaktır. Okunan Kuran ve ezan sesini de kapsaması gerekir. Kuran-ı Kerim bu ayette eşek sesinin iki ana özelliğine dikkat çekmek istemiştir. Birincisi; eşek sesi çok yüksektir, kulağı tırmalar. İkincisi; eşek, ya acıktığında,  ya da karşı cinsini gördüğünde ses çıkarır. Yani aslında sesi çirkin yapan bu iki ana nedendir.

Ses ve sözün insanlar üzerinde ne kadar etkin olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Sözden daha önemli olan ise onun nasıl söylendiğidir. Yazımızı Aşık Yunus`un konu hakkındaki  bir şiiriyle bitirelim:

söz ola götüre başı
söz ola bitire savaşı
söz ola ağulu aşı
yağ ile bal ede bir söz