• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Kur’an-ı Kerim, evrenin boşuna yaratılmadığını ve oranın en değerli sakini konumundaki insanın da dünyaya gönderiliş maksadını açıkça ifade eder: ‘Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. (Sad:27)

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.’ (Zariyat:56)

İnsanın kendi yaratılış maksadını unutmaması, varlığın en değerlisi olarak kulluk görevini hayatının mihveri yapması gerektiği konusundaki ayetlerin tefsirini, yerinde bazı temsillerle Celaleddin-i Rumî’ den dinleyelim:

‘Dünyada unutulmaması gereken bir şey var. Her şeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Ama her şeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da onu unutursan hiçbir şey yapmamış olursun.

‘Gerçekten de biz, emaneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara arz ettik. Derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu insana yükledik; şüphe yok ki o, çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi.’

Bir bak da gör, göklerden aklı şaşırtan ne işler meydana gelmede. Taşları lâl, yakut yapıyor; dağları altın, gümüş madeni haline getiriyor. Otları, yeryüzünü coşturuyor, diriltiyor, ölümsüz cennete çeviriyor.

Yeryüzü de tohumları benimsiyor, meyveler veriyor, ayıpları örtüyor; şaşılacak şeyler meydana getiriyor. Bütün bunları yapıyorlar ama onlardan o bir tek iş meydana gelmiyor da o tek işi insan başarıyor. ‘Andolsun ki ademoğullarını ululadık’ dedi, göğü, yeri ululadık demedi. Şu halde insanın elinden bir iş geliyor ki ne göklerin elinden geliyor o iş, ne dağların. O işi de gördü mü, onda ne zalimlik kalıyor, ne de cahillik.

Ama sen, o işi görmüyorsam bunca iş görüyorum ya dersin; fakat seni öbür işler için yaratmadılar ki. Bu şuna benzer: Padişahların hazinelerinde bulunabilen değer biçilmez bir Hint kılıcını tutmuş, kokmuş öküz etine satır olarak kullanıyorsun, sonra da boşu boşuna bırakmadım ya, böyle bir işte kullanıyorum diyorsun. Yahut zerresiyle yüzlerce tencere alınabilecek bir altın tencereyi getirmişsin, içinde şalgam pişiriyorsun. Yahut da mücevherlerle bezenmiş bir bıçağı kırık bir kabağa mıh yapmışsın da diyorsun ki: İş görüyorum, kabağı ona asıyorum, şu bıçağı öylece bırakmıyorum ya.

Acınacak, gülünecek işler değil de nedir bunlar? O kabak, bir pul değerindeki bir tahta, yahut demir çiviye de asılabilirken yüz dinarlık bıçağı bu işe kullanmak akıl karı mıdır?

 

Hakikat ehli, dünya ve onun faniliğini, insanın sahip olduğu ömrü nasıl değerlendirmesi gerektiği ve bu konuda hata yapmanın feci sonuçlarını, hikmetli sözler, şiirler ve mesellerle anlatmışlardır. İşte o mesellerden, temsili kıssalardan biri: ‘Balıkçı bir adam, sabahın erken saatlerinde deniz

kenarında oturuyorken gözü kıyıdaki bir torbaya ilişir. Torbanın içi taş doludur. Elini torbanın içine sokarak bir taş alır ve o taşı denize fırlatır. Taşın, suyun üzerinde çıkardığı ses adamın hoşuna gider. Tekrar ikinci bir taş alır ve onu da denize fırlatır. Bu şekilde taşları teker teker denize atar. Bu arada güneşin ışığı yavaş yavaş çevreyi aydınlatmaya başlamıştır. Adamın elindeki taş dolu torba da yavaş yavaş belli olmaya başlar. Artık torbanın içinde sadece bir iki taş kalmıştır. Sabahın alaca karanlığı dağılınca, adam torbanın içine bakar, bir de ne görsün içindeki taşlar elmas taşlarıymış. Meğerse denize fırlattığı tüm taşlar elmasmış. Çok pişman bir şekilde şöyle demeye başlar: Vay aklıma! Eğer bu taşların elmas olduğunu bilseydim sadece sesi kulağıma hoş geldi diye onları hiç denize fırlatır mıydım? Ne var ki, iş işten geçmiştir.

İnsanın şu kısacık dünya hayatındaki aldanışını anlatan bu kıssadaki dersler şöyle özetlenebilir:

1) O balıkçı insandır, yani biziz.

2) Aralıklarla denize fırlatılan elmaslar ömrümüzdür.

3) Denizin üzerinde taşın çıkarmış olduğu ses, yok olmaya mahkum dünya süsü ve şehvetleridir.

4) Gecenin karanlığı ise gaflettir (dünya hayatına dalmak).

5) Güneşin doğuşu ise geri dönüşü olmayan ölümün ta kendisidir.