• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Memleketimizde yaşanan deprem felaketinin boyutları henüz kesin rakamlarla ortaya çıkmamış olsa da meydana gelen can ve mal kaybının çok büyük olduğu kesindir. Evet görünen o ki bu felaket asrın değil, dünya tarihinin sayılı felaketlerinden birisidir. Adıyaman’ın Kâhta ilçesinde bulunan tarihi Karakuş tepesindeki dev sütunlardan birinin düşmüş olması düşündürücüdür. İki bin yıldan beri dimdik ayakta kalabilmiş bu tarihi sütunun yıkılmış olması bölgede iki bin yıldan bu yana bu seviyede yıkım oluşturan bir depremin meydana gelmediğini göstermektedir. Depremin yeryüzüne çok yakın bir tabakada meydana gelmiş olması yıkımın çok daha korkunç olmasına sebep verdi belki.  Yaşanan bu faciayı her boyutuyla maddi ve manevi sebepleriyle konuşmak, ders almak ve alınması gereken önlemleri taviz vermeden almak artık kaçınılmaz olmuştur.

  Eski zamanlarda meydana gelen depremlerin daha az can kaybı ve hasarla atlatıldığı bir gerçektir. O dönemlerde mal ve can kaybının daha az olmasında çarpık şehirleşmenin olmayışı başta gelen önemli sebeplerden biri olsa gerek. Eski yapılar ya ahşaptan ya da taş ve kerpiçtendi. Bu mütevazi hanelerin pek azı iki veya üç kattan oluşuyordu. Şimdiki zamanın dikey yapı modası oluşan can ve mal kaybının başta gelen sebebidir muhakkak. Hele malzemenin yetersiz ve kalitesiz olması, binaların muhtemel deprem riski karşısında dayanıklı inşa edilmeyişi ise faciaya davetiye çıkarıyor maalesef.  

   Millet ve ülke olarak deprem hakkında çok duyarsız olduğumuz ise bir başka acı gerçektir. Onlarca defa başımıza gelen bir olaydan ders almamamız hakikaten çok üzücüdür. Deprem sabahı gördüğümüz o yürekler yakan durumları birkaç gün sonra hemen unutuveriyoruz.

   Her yeni bir felaket yaşadığımızda, eski söylediğimiz ve yaptığımız şeyleri tekrarlayıp durmaktan başka yaptığımız yeni bir şey yok. Yapıların sağlam inşa edilmemiş olmasının tek sorumlusu olarak bir iki müteahhidi göstermek ise başka bir yanlışımız. Yahu bu adama kim müteahhitlik ruhsatı verdi, yaptığı yapıları kim ve nasıl kontrol etti diye sormuyor, sorumlu resmi kurum ve şahıslara dokunmuyoruz. Bir nevi bu resmi kurumlar layüsel durumdalar.

   Diğer yandan hiçbirimiz bir yerden ev veya daire alırken bu yapıların depreme dayanıklı olarak inşa edilip edilmediğini araştırıp sormuyoruz. Sorduğumuz tek şey, dairenin fiyatı, kaç odalı olduğu, lüks olup olmadığı ve manzarasının güzel olup olmadığıdır. Gerekli denetimlerin hakkıyla ve sıkı bir şekilde yapılmaması tabii ki kötü niyetli, insafsız ve paracı müteahhide göz yummaktır ve bunu yapanlar en az o müteahhit kadar sorumlu tutulmalıdırlar.

   Her deprem sonrası dillendirilen eksik ve hataların bir sonraki depremde tekrar ortada oldukları ve düzeltilmediği, önlem alınmadığını görüyoruz. Temennimiz o ki, bu felaket bir son olsun artık. İnsan kanı bu kadar ucuz ve değersiz sayılmasın. Düşünebiliyor muyuz bu kadar can kaybı ve yıkım senelerce süren savaşlarda bile gerçekleşmez. Hatay, Maraş ve Adıyaman illerimiz, savaşın yıllardır devam ettiği Hama, Humus ve Halep’ten daha kötü bir manzara arz ediyor maalesef. Evet deprem ilâhi bir ayet ve kevni bir yasadır. Bu yasa mucibince adımlarımızı hesaplayıp atmadığımızda elbette zarar görürüz. Yani depremin kendisi değil, onu görmemek, duymamak asıl felakettir. Hasılı kelam çektiğimiz acılar ibret almamızı sağlasın. Aynı acıları aynı sebeplerden dolayı hep tekrar yaşamayalım artık.