• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

İslam’a davet, onu tebliğ etmek bütün peygamberlerin gönderiliş nedenidir. O yüce peygamberler bu işi nasıl yaptılarsa bir davetçinin de öyle yapması gerekir. İslam’a davet konusu bilgi aktarımı, reklam ve slogan tarzı bir faaliyet değil, imana susamış ama onu bulamamış kişilere el uzatmak, onları hidayete ulaştıran yolu göstermektir. Şu asırda; beşeriyet, bataklığa saplanmış ve kendisine uzatılacak bir el aramaktadır. Müslümanların her şeyden önce bu konuya yoğunlaşmaları, hikmet ve güzel öğütle insanları davet etmeleri gerekir.

   Davet gibi çok değerli bir işin ciddiyet ve samimiyetle yapılması gerekir. Kaş yapayım derken göz çıkarmak durumuna düşmekten sakınmak lazım. Dün, Muhammed Gazali’nin konuyla ilgili bir iki makalesine baktım. Doğrusu hoşuma gitti ve bunlardan birini siz değerli okuyucularla paylaşayım diye çevirisini yaptım. Umarım sizin de hoşunuza gider.

 

    “Çalışma odama ilk görüşte kıyafeti pek hoşuma gitmeyen bir kız girdi. Ne var ki onun gözlerinde “bana iyi muamele edin” diyen üzüntülü bir bakış fark ettim. Oturdu ve benden derdine derman olurum beklentisiyle sorunlarını ve şikayetlerini anlattı. Epey bir zaman kendisini dinledim. Eğitimini Fransa’da yapmış bir Arap kızı olduğunu anladım.

   Bu kız İslam hakkında hemen hiçbir şey bilmiyordu. İslami esasları, hakikatleri kendisine izah etmeye başladım. Muhtemel bazı şüphelerini ortaya atıp onlara cevaplar verdim. Oryantalistlerle misyonerlerin İslam hakkında ortaya attıkları iddiaların yalan ve asılsızlığına değindim. Modern çağın, kadını aç şehvetlere bir et parçası olarak sunduğunu, kadının aile ortamındaki güzellik, huzur ve iffetten mahrum bırakıldığını ifade ettim. Genç kız bana tekrar gelmesi için müsaade ve izin istedikten ve ben de ona izin verdikten sonra çıkıp gitti

   Kızcağız çıkıp gittikten sonra dindar kıyafetli bir genç içeri girdi ve hışımla, bu manyak kızın burada ne işi var, yolunu mu şaşırmış dedi. Ben ona, “doktor hasta olanlara bakar, sağlıklı olanlara değil” diye cevap verdim. O genç bana, bari ona örtünmesini öğütledin mi dedi. Ben durum bundan daha büyük. Önce onun buna hazır olması gerekir. Allah’a ve ahiret gününe iman olmalı, Allah’ın indirmiş olduğu ilâhi vahiy olan Kur’an’a teslimiyet olacak ki ondan sonra tesettür olabilsin. İman olmadan ibadet olamaz ki dedim. O gencimiz sözümü kesti ve: Bütün bunlar senin böylelerine hicabı emretmene mani değildir deyiverdi. Ben bu gence sakin bir şekilde: Onun kalbi imandan soyutlanmışken başının örtülü olması sevinilecek bir şey değildir. Bu kız hayatta rükû, secde nedir bilmeden yaşamış. Ben ona bütün bunları isteyerek yapmasını sağlayacak temel esasları anlatmaya ve öğretmeye çalıştım dedim. Bu genç tekrar sözümü kesmeye çalışınca ona açıkça şunu dedim: “Ben senin yaptığın gibi İslam’ı kuyruğundan tutup çekemem”. Ben önce, ana temel ilkeler üzerine binayı kurar ve bundan sonra lazım olan şeyleri hikmetle, güzel nasihatle vermeye çalışırım dedim.

  İki hafta sonra o genç kız bana tekrar geldi. Baktım kıyafeti bir öncekine göre daha iyi. Başını da hafif bir örtüyle kapatmıştı. Sorularını sormaya başladı. Ben de cevap olsun diye izahlar yaptım. Sonra ona dedim ki, neden evinizin yakınında olan bir cami imamına gidip bilgi almıyorsunuz? Kız: Ben din adamlarından hoşlanmıyorum, onları dinlemek istemiyorum dedi. Niçin dedim. Dedi ki, gönül dilini bilmiyorlar, sert adamlar. İnsanlara beğenmişlikle bakıyorlar, onları küçümseyip değer vermiyorlar.

   Evet önce tanımak bilmek gerekir. Hz. Hamza’nın ciğerini yiyen Hind bilmiyordu, Rasulullah’ı tanımıyordu. Onu tanıyınca iş değişti. Bir zamanlar yeryüzünde perişan olmasını en çok istediği ailenin Peygamber ailesi olduğunu, fakat kalbine iman girince artık gözünde bu aile fertlerinden daha değerli bir kimse bulunmadığını ifade etti. Peygamberin kalbindeki o sıcacık sevgi kalpleri değiştirdi. İslam’a davet edenler sevgi ve gönül diliyle konuşarak Peygamberlerinin yaptığı gibi kalpleri birleştirmeli parçalayıp birbirinden uzaklaştırmamalı, müjdelemeli nefret ettirmemeli.

İmam Hasan el Benna’nın bu konudaki bir vecizesi çok harikadır. Yazımızı o aziz İmam’ın bu sözüyle noktalayalım: “Biz davetçileriz, yargıçlar değil