• DOLAR 32.528
  • EURO 34.97
  • ALTIN 2422.931
  • ...

Toplumsal hayatın kahir ekseriyetinin din`in etkisinden arındırılması demek olan laikliğin insanlığa neler verip  neleri aldığı ile ilgili söylenecek çok şey var elbette. Öncelikle din-devlet işleri ayrımının bir bütün olan hayatı parçaladığını, buna bağlı olarak insan şahsiyetini de zıt kutuplu bir hayatın içinde olumsuz etkilere maruz bıraktığı inkar edilemez bir gerçektir. Bir yandan vatandaşa zina, içki, kumar vb şeyler haramdır, günahtır diyen din, diğer yandan mevcut kurumlarıyla bütün bu isyanları meşru sayarak haramın ticaretini yapan devlet… Pazar günü kilisede, cuma günü camide dinlenen vaaz`dan sonra, her şeyin farklı bir mecrada aktığı bir pazartesi ile haftaya başlamak… Böylesi çelişkilerle dolu bir hayat, insanlığa laikliğin hediyesidir. Kısacası, Allah`ın her şeyi gördüğüne ve bu dünyadaki her davranışın hesabını soracağına inanan bir mümini, Allah yokmuş gibi bir hayat yaşamaya mecbur etmek, laikliğin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.

Avrupa`da din`in toplumsal hayattan çekilmesinden sonra meydana gelen değişimlerin sonuçlarına bakılacak olursa, doğan sonuçların ne Avrupa`nın, ne de insanlığın hayrına olmadığı net bir şekilde görülecektir. Avrupa`da laiklik sürecinin ardından oluşan milli devletlerin kendi aralarında başlattıkları savaşlar,   insanlık için büyük felaketlere sebep oldu. Laiklik öncesi dönemde dünyadaki devletlerin sayısı iki elin parmak sayısını geçmezken, daha sonraları yüzlerce devlet oluştu ve bütün bu devletlerin üç beş güçlü devlet tarafından sömürüldüğü bir sistem oluşturuldu. Dünya ne kadar küçük parçalara ayrıldıysa sorunlar da çoğaldı ve büyüdü.

On sekizinci asrın sonlarından itibaren Avrupalı devletler, bir yandan İslam dünyasını işgal edip esarete mahkum ederken, diğer yandan işgal ve paylaşım konusundaki anlaşmazlıklar sebebiyle birbirleriyle de boğuştular. Faşizm, nazizm, komünizm gibi ideolojiler uğruna öldürülen insanların sayısı, bütün bir ortaçağ boyunca din ve mezhep savaşlarında öldürülmüş insan sayısından çok daha fazla oldu. Her iki dünya harbinde elli milyondan fazla insan öldürüldü; bazı şehirler haritadan silinecek kadar tahribe uğradı. Bir ırkın, bir ideolojinin egemenliği ve üstünlüğünü hedefleyen politikalar, insanları aynı ailenin kardeşleri olarak gören dini inancın yerine geçince böyle facialar yaşandı. Ortaçağdaki din ve mezheplere veryansın edenler, kendilerine daha acımasız dinler yarattılar ve uğruna milyonlarca insan kanı akıttılar.

Din`den, dini değerlerden koparılmış bir hayat demek olan bu yeni Avrupa medeniyeti, insanları kilisenin şerrinden kurtarmak adına, onları nefsin her türlü şehvet ve egoizminin kucağına terk etti. Bencil ve egoist bir yaratığa dönen insanoğlu, bütün kutsalları ekonomik faydası için feda etti. İnsan, artık yeryüzünün en tehlikeli canlısı haline döndü. Merhum Akif`in deyimiyle batı medeniyeti, ‘tek dişi kalmış canavar` olarak adlandırılmayı hak etti.

Türkiye`deki laiklik uygulamalarının sonuçlarına baktığımızda ise sonuç çok daha vahimdir. Her şeyden önce bu memlekette bilinen anlamıyla uygulanan bir laiklik hiç olmadı. Adına laiklik denen şeyin Avrupa`dakinden çok farklı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Türkiye`deki laiklik uygulamasının temel hedefi ve karakteri İslam`a ve Müslümana karşı savaşmak olmuştur. Sözde laik devlet, din`i kendine bağlamıştır. Laiklik adına bu uygulamanın olduğu başka bir ülke de yoktur. Din ve inanç özgürlüğü sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Yıllarca Müslümanların kendi inançlarına göre yaşamaları, giyinmeleri yasaklanmıştır. Binlerce Müslüman bayan, dini tesettüründen vazgeçmediği için üniversite kapısından içeriye alınmamıştır. Bunun neden böyle yapıldığı için ileri sürülen gerekçe ise ‘özrü kabahatinden büyük` kabilinden bir şey. ‘Türkiye`nin özel şartları` denmiş ve inançlı kesime enva-i türlü mezalimler, işkenceler yapılmıştır. Asırların birikimi kültür ve medeniyetimizin uygulamaları gericilik diye yaftalanıp yasaklanmıştır. Dindarlık ve dini hayat medeniyet dışı gösterilmiş, medeni olunmak adına her türlü çirkef günahlar ve rezaletler mubah kılınmıştır.

Yıllardan beri laikliğin nimetlerinden semiren azınlık, şu bildik teraneleri sayıklayıp durmuşlardır: ‘Efendim, dini kendi çıkarlarına alet eden şu gerici yobazlar, kadını insan yerine koymayan orta çağ kafalılar, saltanat ve hilafeti geri getirmeye çalışan beyinsizler, devletimizin temellerini yıkıp şeriat yasalarına dayalı bir düzen kurmak isteyen gafiller, özgürlükleri ve özgür düşünmeyi yok etmek isteyen karanlık zihniyetler  vs…` Laikçi kafa, bir asırdan beri laiklik adına yapılanları savunamamış, bunun yerine bu tür hakaret, iftira, yalan ve  aşağılamalarla kin ve nefret tohumları saçmıştır. Bu kafa, halk ile devletin arasını açmış, halk ile yönetim arasında olması gereken güveni sarsarak birlik ve beraberliğe en büyük darbeyi vurmuştur. Türkiye`de devam eden Kürt ve alevi sorunu başta olmak kaydıyla, diğer bütün sosyal ve ekonomik sorunların sebebi de bu kafadır.

Laikçi kafanın güya en masum temsilcisi eski başbakanlardan Bülent Ecevit idi. Bu zatın meclis salonunda başörtülü milletvekiline(Merve Kavakçı) hiddetlenerek ‘burası devlete meydan okuma yeri değildir. Bu kadına haddini bildirin` demesi laikçi kafanın ne kadar tahammülsüz, çağdışı, insanlık dışı olduğunu anlamak için yeterlidir.

Sonuç olarak laiklik, İslam alemine hayır değil, şer sonuçlar getirmiş ve batı`nın sömürü düzenini garantiye alan bir anahtar olmanın dışında bir iş görmemiştir.