• DOLAR 32.342
  • EURO 35.111
  • ALTIN 2239.671
  • ...

Bir ülkenin yönetim kademelerinde o ülkede yaşayan bütün insanların temsiliyeti yok ise, adaletin ve insanlığın standartlarını iktidarlar kendi durdukları yere göre belirliyorlarsa; adalet de insanlık da, hak ve hukuk da güçlünün vicdanına kaldığından vay o memleketin haline. Vay o ülkede yaşayan insanların haline.

Ana muhalefet partisinin genel başkanı; eğer baskın bir seçim olacak ise yeni kurulan partilere mecliste grup kurabilecek kadar milletvekili transfer etmeye hazır olduklarını ifade etti. Bu açıklama siyaset kulislerini hareketlendirmeye yetti tabi. Hemen ardından geçen hafta hükümetin/iktidarın ortağından bir karşı atak geldi. Yine memleket düşmanlarının ve şer odaklarının oyunlarından dem vurdu, yeni oyunların sahneye konulduğundan söz etti. ‘Marazi ve marjinal partiler’in meclise taşınması amacıyla yapılan milletvekili transferlerinin önüne geçmek için Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasasının değiştirilmesi ve Siyasi Etik Yasasının çıkarılması gerektiğini ifade etti.

Şimdi ana muhalefet partisi başkanı ile iktidar ortağının açıklamalarını yan yana koyalım ve ikisini adalet ve iz’an terazisine vuralım. Milletvekilleri ile onları meclise gönderen seçmenlerinin iradelerinin kendilerine sorulmadan siyasi oyunlara alet edilerek satılması mı doğru? Yoksa seçim yasası ile siyasi partiler yasasının sıkıntıları ilk günden beri var olduğu halde, şimdiye kadar iktidara yaradığı için sessizliği tercih edenlerin şimdi zarar kendilerine dokunmaya başlayınca daha yeni bu yasaları değiştirmekten söz etmeleri mi doğru?

Evet, el hak! İktidar ortağının taleplerine katılıyoruz. Türkiye’nin bir “Siyasi Etik Yasası”na acilen ihtiyacı vardır. Ancak bu yasayı iktidar partisi veya partileri hazırlamamalıdır. Hatta belki hiçbir parti hazırlamamalıdır. Akademisyenler, oda başkanları, kanaat önderleri ve diğer STK’lardan oluşacak bir ortak akıl ürünü olmalıdır. Eğer illa ki siyasi partiler hazırlamalı denilecek ise Türkiye’deki bütün siyasi partilerin tümünün mutfağında yer alacağı bir süreç ile hazırlanmalıdır. Ve bu hazırlanacak yasa “Önce İnsan Öncelik Adalet” kıstasına göre olmalı, kanunlar yap boz tahtasına dönüştürülmemeli ve her şeyden önce halkı kollamalı...

Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasasının değişmesi gerektiği hususu yeni bir şey değildir. İktidar partisi ile ortağının iktidara gelmeden önce slogan haline getirdikleri, ancak iktidara geldiklerinde kendi iktidarlarının devamını sağlamak için kulak ardı ettikleri bu ihtiyaç, Türkiye’deki vesayetçi yönetim anlayışın en belirgin tezahürüdür. Türkiye bu ayıptan kurtulmalıdır. Bu iki yasa, siyaset kurumundaki katı vesayetin devamını sağlayan bir zırhtır. Adil rekabet şartlarının ve temsiliyette adaletin sağlanmasını kat’i bir şekilde engellemektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldikten sonra seçim barajının halen devam etmesinin “yönetimde İstikrar” gerekçesi ile savunulması mümkün değildir. Seçim barajının sıfırlanması, siyasi partilere hazine yardımının tüm partilere yapılmasının sağlanması ve siyaset yelpazesinin toplumun tamamını içine almasının sağlanması zorunluluk haline gelmiştir. Siyaset kurumuna taalluk eden mevcut yasalar devam ettiği müddetçe Türkiye için bir “normalleşme”den söz edilemez.