• DOLAR 32.343
  • EURO 35.119
  • ALTIN 2238.205
  • ...

Türkiye’nin ekonomisi büyük oranda dışarıya bağlıdır. Bütçe açığı sürekli artıyor. Bu nedenle de sürekli dolara ihtiyaç vardır. Döviz rezervlerinin sürekli en az yüz milyarın üzerinde olması lazımdır.  2019 itibarıyla Türkiye’nin özel sektör ve kamu borcu 453 milyar doların üzerindedir. Ekonomistlerin hesaplamalarına göre bu yıl yaklaşık olarak 200 milyar dolara ihtiyaç vardır. Son günlerde yüksek talep nedeniyle doların yükselişi önlenemiyor. Yani krizin salgın ile aslında çok da bir alakası yoktur. Piyasaya verildiği ifade edilen 200 milyar liralık destek ise piyasaya sıcak para olarak girmedi maalesef. Büyük bazı firmalara ve belli bazı çevrelere münhasır kaldı. Bunlar da piyasayı rahatlatma amaçlı kullanmayı tercih edeceklerine para erimesin diye dolar almaya başladılar. Bu durum da dolar talebini artırarak daha da yükselmesine katkıda bulunmuş oldu.

Dışa bağımlı ekonomi demek, dolar karşılığında ithalat demektir. Bu da sürekli enflasyon, dolara bir mahkumiyet ve yerli ekonominin hiçbir zaman gelişmemesi demektir. Dışarıdan en düşük faiz oranıyla dahi olsa büyük büyük krediler bulmak asla çözüm değildir. Hatta alınan krediler ekonominin dışa bağımlılığını mecburiyet haline getirmektedir. Dışa bağımlılık son on beş yılda katlanarak arttı.

…..

Güvenlikçi politikaların, polis devleti olma anlayışının terkedilmesi gerekir. Gerekir diyoruz ama terk etmiyoruz. Nusaybin’de polisin çocukları havaya ateş ederek kovalaması, özürlü çocukları gözaltına alma girişimi, 27 Nisan’da Adana’da dur ihtarına uymayan Suriye uyruklu genç bir vatandaşın kalbinden vurularak öldürülmesi, bu anlayışın son örneği olur inşallah. Devletin vatandaş ile ilişkileri bütün yönleri ile insanlık değerleri üzerine kurulmalıdır. Bütün renkleri, kültürleri, etnisiteleri ile devlet vatandaşlarını kucaklamalıdır. İnsani ve vicdani bütün haklarını güvence altına almalıdır. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine 83 milyon insan, kendini ait hissedebilmelidir. Ya da o aidiyet hissi verilebilmelidir.

….

Yakın bir tarihte bir infaz düzenlemesi çıkarıldı. Kamunun bütün beklentileri boşa çıktı. Kamu vicdanı ağır bir yara aldı. Kollanan ve kayırılan çevreler dışında hiç kimsenin içine sinmeyen bu düzenleme ile binlerce mahkûm serbest bırakıldı. Ancak 28 Şubat ve FETÖ mağdurları bu düzenlemenin dışında tutuldu. Ölümle pençeleşen kanserli hastalar ile birden fazla hastalıkla boğuşan 75 yaşındaki yaşlılar dahi kapsama alınmadı. Hem kovid 19 salgını nedeniyle mahkûmlar cezaevinde yüksek risk altında olmalarına rağmen bu hassasiyet gösterilmedi. Adana’da kanser hastası olan Ahmet Ataç da bana göre adalet mekanizmasının kurbanı oldu. Hangi suçtan olduğu önemli değil, babası cezaevinde ve annesi yurt dışı çıkış yasaklı olduğu için yurt dışında yapması gereken tedavisini yapamadı. Ne zaman ki can boğaza dayandı, yeni çıkış izni verildi. Ama artık Ahmet tükenmişti. Tıpkı Hüseyin Akbalık adlı  vatandaşta olduğu gibi. Beyin tümörü olduğu halde cezaevi şartlarında gereken tedavi yapılmadı. Adalet mekanizmasının ve ihtişamlı Adli Tıp Kurumunun formalitelerine takıldı. Ne zaman ki bir nefeslik canı kaldı, o zaman bırakıldı. Ama artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Siyasi konjonktürlere, iktidarlara ve diğer güç odaklarına göre değişmeyen, insanı ve adaleti önceleyen muhkem bir adalet mekanizması oluşturmamakta inat ediyor Türkiye.

Evet Türkiye yüz yıllık sorunlarını çözmemekte ısrar ediyor. Yaşanan değişim ve dönüşüm de esastan ziyade şekilde kalıyor maalesef. Statükoculukta ısrar etmek herkese kaybettiriyor.