• DOLAR 32.403
  • EURO 35.045
  • ALTIN 2325.07
  • ...

Arap Baharı öncesiydi. Türkiye, İran ve Suriye üçlü bir “Bölgesel ittifaka” imza atmıştı. Suriye ile PKK üzerinden yaşanan uzun süreli gerginlik, yerini müthiş bir dostluğa bırakmıştı.

İttifakın odak noktalarından biri de PKK`ye karşı işbirliğiydi ve bu durum ilk defa PKK`yi çaresiz bırakmıştı.

Karşılıklı ziyaretler, günübirlik seyahatler, farklı başkentlere sarkan “Bakanlar Kurulu” toplantıları ve bölgesel bazda oluşan fırsatlar saymakla bitirilemiyordu.

İttifak; ortak pazarlarla, gümrük duvarlarının bertaraf edilmesi söylemleriyle pekiştikçe pekişiyordu. İttifak için yeni alanlar, yeni ülkeler telaffuz ediliyordu.

Öyle ki, birçok ortak etkinlikte Erdoğan-Ahmedinejad-Esad ve hatta Nasrallah posterleri yan yana dalgalanıyordu.

Suriye, “Baba`dan kalma” katı, kapalı rejimden nisbeten şeffaf bir rejime kaymanın işaretlerini veriyor, bu noktada Türkiye`nin yapacağı katkılar konuşuluyordu.

Tam bu sırada bir gürültü kopmaya başlıyordu batı medyasında ve siyaset/diplomasi kulvarlarında;

“Eksen Kayması!”

Malum koro muazzam bir mızıka organizasyonu oluşturmuş, seslendirdikleri en gözde eserleri de “Eksen Kayması” olmuştu.

Bu sırada Türkiye`de MİT`in başına Hakan FİDAN`ın geçmesi ise ayrı bir karın sancısı olarak beliriyordu, çok sesli koroda!

İsrail`in devlet-diplomasi kurallarını alt üst eden “Hakan FİDAN`ın MİT Müsteşarlığı kabul edilemez” çıkışı, “Eksen kayması” ile birlikte aynı anda Türkiye`deki malum çevrede karşılık bulup yankılanıyordu.

Sonrası malum… AK Parti hükümetinin devlette yer verdiği Gülenci yapılanma, “Eksen kayması” ve MİT meselesindeki operasyonel icraatların içerideki taşeronluğunu alıyordu. Gazetelerinde, televizyonlarında, çevirdikleri dizilerde ortak bir senaryo, ustaca bir toplum mühendisliğiyle işlenmeye başlanıyordu.

Değişmez konu, “Acem düşmanlığı” ve “devletin kılcal damarlarına sızan Acemler” olmaya başlıyordu.

İlk etapta karnından konuşarak algı oluşturmaya başlayan Gülenci terörizm, 17/25 Aralık süreci yaklaştıkça daha da açık konuşmaya başlıyordu.

Çizdikleri tablo şuydu:

“Dönemin Başbakanı Erdoğan İrancı, Hakan Fidan İrancı, çevreleri, bürokratları İrancı!”

Kısaca İran tehlikesi ve “Acem sızması”, işlenen en belirgin konular halini alıyordu.

17/25 Aralık`ın arefesinde başta malum “Topsakal Çetesi” olmak üzere operasyonel amaçlı açılan WEB sitelerinin tamamı bu konuya yoğunlaşıyordu.

Çete elebaşlarından Önder Aytaç`ın açtığı “dusunceatolyesi.com” sitesi tamamen bu konuya odaklanıyor, kripto örgüt üyelerinin yazdıkları “Acem sızmaları” konulu tüm yazılar bu “Atölyede” toplanıyordu.

17/25 Aralık`a günler kala “Acem sızmalarını” konu alan yazıların sadece başlıklarını buraya alsam, inanın sığacak gibi değildir. Kaldı ki alıntı yapmak bile başlı başına bir kitap gerektirecek kadar çoktur.

İşte bazı başlıklar:

-TÜRKİYE`DE KAÇ İRAN AJANI VAR? İSTİHBARATTA ACEM HATUNLARI

-NE İŞ?: SURİYE`DE TÜRK GAZETECİ KAÇIR İRAN`DA TESLİM ET

-ANKARA`DAKİ İRANLILAR NÜFUS AJANI MI?

-GÜZEL İRAN`IN ÇİRKİN TEHLİKELERİ

-YASİN AKTAY SİİRT`TE ACEM(İ)LERLE NEDEN İŞ TUTAR?

-MUT`A ARŞİVLERİNDE KİMLERİN İSİMLERİ VAR?

-BAŞBAKAN ERDOĞAN`IN ŞOK KASEDİ

-…HZ. SÜLEYMAN`IN ASASI ‘PERS`PEKTİFİNDE AK PARTİ İKTİDARININ ÖLÜMÜ (MÜ?) 

Ve daha nice başlıklar…

Ortak tema ise İran`la ilişkiler, “Acem oyunları”, “Bal tuzağı”, İran ajanları, Kasa-Masa-Nisa üçlemesi ve tüm bu ilişkilere teslim olan bir Erdoğan iktidarı!..

Sonrasında ortaya çıkan “Tevhid-Selam kumpası”, algı teröristlerinin varmak istediği noktayı gözler önüne seriyordu.

Son günlerde “Nizama Adanmış Ruhlar” filminden alınan ve “Elçinin öldürülmesini” konu alan sahne, Türkiye`nin içine girdiği bölgesel ittifak babından üzerinde hayli durulurken, aslında aynı dizinin bir başka sahnesi bence hepsinden daha önemliydi.

Filmde “Acem Şahı Tahmas`ın” ağzından verilen “mesaj” şu idi:

“Ben Acem Şahı Tahmas! Bunu onların yanına bırakırsam cehennem ateşinde yanayım. O can düşmanım Osmanlı… Öyle bir perişan edeceğim ki, bugünleri çok hatırlayacaklar. Anadolu`nun her tarafını kurt gibi delik deşik edeceğim. Siyasetine sızacağım… Mekteplerine, medreselerine sızacağım. Padişahın en yakınında, sağında, solunda olacağım. Her tarafında, camisinde, ocağında, divanında, konağında, tekkelerinde ve medreselerinde olacağım. Bu iş bitmedi… Kıyamete kadar da bitmeyecek. Duydunuz mu beni… Weaaaaaahhh!”

Bu sahne, 17/25 Aralık ve en son 15 Temmuz ile deşifre olan bir gerçeği ortaya koymuş olması açısından dikkat çekiciydi. Devleti delik deşik eden, siyasetine, mekteplerine, “Padişahın” en yakınına, sağına soluna, divanına konağına birileri öyle bir yerleşmişti ki…

Yerleşen “Acem Şahı” değildi, oysa FETO her yönüyle filmde canlandırdığı şarlatanı fersah fersah geride bırakmasını başarmıştı. Sıklıkla vurguladıkları “Bal tuzağı” kartını o kadar etkili kullanmıştı ki, bilmem ne showlara bile taş çıkartmışlardı.

Şöyle bir gerçeğin altını da çizmeden geçmeyeyim; Türkiye`yi, İran`la ilişkilerini, “Eksen kaymasına” konu olan politikasını ve tabii ki Tayyip Erdoğan`ı bertaraf etmek için tüm argümanlarını “İran-Pers-Acem oyunları” üzerine kurmuştu, oysa meseleyi çok da “Mezhep zeminine” çekmemişti.

Çünkü hedefi daha açıktı ve belliydi;

Tüm kılcal damarlara nüfuz ederek devleti ele geçirmek ve devlet politikasına yön tayin etmekti.

Özellikle olası bölgesel ittifaklardan uzak durmayı hedefine koymuştu. O dönem İran ve Suriye ile girilen ittifakı ve bu ittifakın mimarları olarak gördüğü Erdoğan-Davutoğlu-Fidan üçlüsünü hizaya getirmeyi düşünüyordu.

Sonrasında gelişmeler farklı mecralara savruldu. Hedefteki “ittifak” bozuldu. Türkiye, küresel Suriye politikasının en aktif üyelerinden biri haline geldi. Ta ki ABD`nin Suriye`de rejim değiştirme hedefinden vazgeçmesi ve Türkiye ile sorun yaşamasına kadar.

17/25 Aralık sonrası medya mecraları kapatılan Gülenci terörizm, bu kez depoladığı belgeleri ve iğrenç iddialarını sosyal medyaya taşımaya başladı. “Acem Uşakları”, “Acem Oyunları”, “Bal Tuzağı” gibi sosyal medya hesaplarından yayılan ifrazatlar hala hafızalardaki yerini korumaktadır.

Aslında “Eksen kayması” tartışmalarıyla başlayan ve en son Halep üzerinden yapılan “İran odaklı” dezenformasyon, hiçbir zaman salt İran meselesi olmadı, olamadı. Bir devlet olarak “İran eleştirisi” değil, İran üzerinden Türkiye`ye, Türkiye`nin muhtemel olumlu yansımaları olabilecek “Bölgesel ittifak” veya işbirliğini hedef aldı.

Küresel aktörlerin çatışmacı, kanlı, kaoslu bölgesel müdahale ajandasına karşı tek çare olabilecek muhtemel “Bölgesel ittifaklar” daha olgunlaşamadan hedefe oturtuldu, yıpratıldı.

FETO, Safevi-Osmanlı çekişmesi üzerinden hareket ederek operasyona girişti; şimdikiler Şii-Sünni ihtilafları üzerinden yapmaya yeltendiler.

İki taraf farklı olsa da, sarıldıkları argümanlar değişik olsa da, buluştukları ortak nokta, tedavüle soktukları argümanlarının tarihsel bir arka planının bulunması ve piyasada alıcılarının hayli fazla olmasıydı.

Suriye meselesinde akan kana ve yaşanan yıkıma müdahil olan hiçbir güç, örgüt, ülke masum değildir. Müdahil her bir aktörün ayrı ayrı sorumlulukları vardır. Ancak şu aşamada, kanı durduracak ve yıkımı bitirecek olası bölgesel ittifak projeleri oluşmakta ve her şeyden önce bu girişime olumlu bakmak gerekmektedir.

FETO`nun taşeronluğunu üstlenerek ön ayak olduğu “Eksen kayması” tartışmaları “Acem oyununa” dönüştürülerek hükümet üzerinde baskı kurma aracına dönüştürüldü. Bunun bölgesel politikaya yansımalarının çok acı sonuçları oldu.

Bugün iyi kötü bir “ittifak” kurulmuş ve küresel vampirlerin kanlı uygulamalarından dersler çıkarılarak Suriye sahası için “Ateşkes ve Siyasal Uzlaşı” prensibini benimsemiştir. Bu “ittifak” girişimlerinin başladığı ilk günden bu yana birileri yine ısrarla ittifakın ayaklarından birisi olan İran üzerinden sürece müdahil olmakta ve “mezhep fitneleriyle” Türkiye içerisinde bir baskı mekanizması oluşturup söz konusu ittifaka çomak sokmaya çabalamaktadır.

Bunların amacının herhangi bir ülke veya mezhep olmadığı, yeni bölgesel insiyatifin dışında kalan küresel aktörlerin borazanlığına soyunduklarını bilmek, oyunlarına alet olmamanın ilk koşullarındandır.

Dün FETO`nun icra ettiği yıkıcı rolü bugün bahse konu kesimler icra etmeye çalışmaktadır.

Dün FETO`nun “Osmanlı-Safevi” çekişmesi üzerinden yürürlüğe koyduğu “Çukur Siyaseti”, bugün kimi “dini bütün” kesimlerce “Şii-Sünni çekişmesi” üzerinden yürürlüğe konmak istenmektedir.

Bu tür projelerin özgün projeler olmadığını, küresel güç odaklarının namı hesabına yürütülen vekâlet projeleri olduğunu daima bilmek, hatırlamak gerekmektedir.

Diğer Köşe Yazarları