• DOLAR 32.525
  • EURO 35.041
  • ALTIN 2437.831
  • ...

Filistinlilerin hayatlarında dönüm noktaları olarak kabul edilebilecek belli başlı olaylar vardır.

-İşgalci siyonizmin “Devlet” olarak teşekkül etmesi ve bugüne kadar yayılarak süregelen işgal furyası.

-Enver Sedat`ın hayatıyla ödediği “Camp David” anlaşması.

-FKÖ`nün ön ayak olduğu “Oslo” süreci ve bugün hala yürürlükte olan anlaşmanın devamı.

-Kudüs`ü ikiye ayırıp yarısını israil`e bağışlayan 2002 tarihli “Arap Barış Planı.”

-Trump`un Arap rejimlerinin onayıyla aldığı son Kudüs kararı.

Bu dönüm noktaları; direnen Filistinlilerin bileklerinin zorbalık ve ihanetin iç içe geçtiği derin komplolarla bükülerek hem fiili ve hem de beynelmilel hukuk karşısında hiçe sayılmalarını ihtiva etmesi açısından önemlidir ve etkileri uzun dönemler boyunca Filistin`de hissedilmiştir.

Elbette ki tüm dünya istikbarının siyonizmden yana tavır koyduğu işgal sorunuyla sadece Filistinlilerin baş edebilmesi mümkün değildi, hala da mümkün değildir. Arkasında dinamik birleşik bir haçlı ordusu ve küresel emperyalizmin bulunduğu siyonizm, İslam dünyasına açılmış bariz bir din ve medeniyet savaşının “Truva atı” olarak pekala değerlendirilebilir. Bu realite bile siyonizm odaklı işgal ve yayılmacılığa karşı koymanın sadece Filistinlilerin baş edebileceği bir durum olmayıp kollektif bir dayanışma ve karşı koymayı zaruri kıldığını göstermektedir. Zannedersem siyonizm denince İslam dünyası için bunun yenilgi ile eş anlamlı olarak zihinlerde canlanıyor olmasının altında yatan neden de bu olmalıdır. Çünkü İslam dünyasına yönelen toptancı bir savaş anlayışı vardır, buna karşı koymak da sadece Filistinlilere ihale edilmiştir.

Üstelik durum bundan da ibaret değildir. Oluşan fiili durum, her şeye rağmen Filistinlilerin bu dayatmaya bile razı olmak zorunda kaldıklarını göstermektedir. Her türlü imkanlarla siyonizme karşı koyup Filistin direnişine yardım etmesi gereken İslam dünyasındaki birçok aktör, tam tersine tecrit politikalarıyla, siyasi, ticari ve beşeri ambargolarla dört bir yandan Filistinlilere engel olmaya çalışmakta, günü geldiğinde kendilerini de vuracak olan siyonizme karşı durdukları için Filistinlilere her vesileyle prangalar vurmaya çabalamaktadırlar.

Aslında gelinen noktada Müslümanlar olarak bizler siyonizm canavarının etki alanını sadece işgal edilmiş Filistin topraklarından ibaret biliyor iken, kritik aşamalarda siyonizm namı hesabına baş gösteren acayip homurtuların artık Tel Aviv kadar civar başkentlerden de yükseliyor olması, Filistinlilerle dayanışmayı görev bilen herkes için siyonizmle mücadele bağlamında yeni bir paradigmanın oluşmasını zaruri kılmaktadır.

 Siyonizmin “devlet” kılığına bürünmesinden bugüne kadar kendi topraklarındaki gayri meşru saltanatlarını “siyonizmle mücadele” zeminine dayandırarak meşruiyet devşiren malum ülkelerdeki sulta rejimleri, artık siyonizm hesabına Filistinlilere açıktan çemkiren birer mahlukata dönüştüklerinin acı sonuçlarını yaşamaktayız.

Siyonizm namı hesabına hareket edenler nasıl ki mücadele alanını Filistin sınırlarının dışına taşırıp bölgesel hatta küresel boyutlara taşımışlarsa, benzer bir yöntem siyonizmle mücadeleyi yakın markajına almış tüm kesimler için de artık bir mecburiyet halini almış bulunmaktadır.

Siyonizm canavarının namı hesabına yapılan her türlü ahlaksız mücadelenin sonuçlarının en kesif biçimde hissedildiği yer elbette işgal edilmiş Filistin topraklarıdır. Ama unutulmamalıdır ki siyonizmi canavarlaştıran gıdaların tedarik edildiği yerler sadece Batı başkentleri değildir. “Bizim” saydığımız nice başkentler vardır ki, siyonizm gıdasının tedarikinde Batı başkentlerini geride bırakma yarışına girişmişlerdir.

Mesela Riyad, Amman, Abu Dabi, Kahire… ve daha niceleri!

Bugün fiili olarak değilse de hukuki anlamda Kudüs siyonistin tekeline düşmesin diye vicdan ehli kendini paralarken “İçimizdeki başkentlerin” bile siyonizmin manevra alanına dönüşmesi, “siyonizmle mücadele” veya çokça dillendirilen şekliyle “Küresel intifada”nın boyutlarının nerelere uzanması gerektiği mecburiyeti ortaya çıkmaktadır.

Siyonizm ve uşaklarına karşı halklar düzeyinde var olan nefretin boyutları konusunda bir sorun yok. Tüm Müslüman ülkelerde siyonizm söz konusu olduğunda çeşitli yöntemlerle halkların gösterdikleri tepkiler, potansiyelin mükemmelliği açısından iyi bir noktada. Ancak birbirinden kopuk tepkilerin somut neticeler doğurmadığı gerçeği de ortadadır. Bu tepkileri belli mecralara kanalize edip sonuç alıcı yöntemler geliştirmek noktasında ise somut bir şey yok. En büyük sorunumuz da burada baş gösteriyor.

Belki de Müslümanların siyonizmle mücadele mantığı bağlamında ufuklarının açılması için Trump`un son Kudüs kararı bir başlangıç olabilir. Veya böyle umalım.

Hani Abdulbari Atwan diyor ya, “Gelgelelim ki ben Trump'ın bu kararından dönmemesi için dua ediyorum! Çünkü bizim böyle bir şoka ihtiyacımız var!

Umarız ki bu, İslam dünyası olarak ihtiyaç duyacağımız son şok olsun!