• DOLAR 32.59
  • EURO 34.832
  • ALTIN 2495.732
  • ...

2011 yılının ilk aylarıydı. Kasırgaya dönüşen “Arap Baharı`nın” Suriye ayağının startı verildiğinde herkes Esad rejimine üç ile altı ay arasında bir ömür biçme yarışına girişmiş bulunmaktaydı.

Ajanda küresel tandanslıydı. Ancak bölgesel aktörlerin her biri, küresel ajandaya ulusal kamuflaj giydirmek suretiyle günün sonunda elde edecekleri azami kârın telaşına kapılmışlardı.

Altı ayın sonunda kimisine göre “Şii Hilali” kırılmış olacak, kimisine göre de Arap kapısının altın anahtarları “Divan-ı Hümayun”un emrine girmiş olacaktı.

 

Sebep-sonuç bağlamından koparılarak “İslami devrimler” zeminine oturtulan “Arap Baharı” üzerine o dönem yapılan mantıklı uyarı denemeleri aynı zamanda diriler kabrine gömülmenin de sebebi haline dönüşmekteydi. Estirilen rüzgar karşısında kim diri diri kabre gömülmek isterdi ki, üç beş tane deliden başka?!

 

O dönem devreye giren popülist mantık, Suriye`yi sadece Suriye`den ibaret bilir, “Dostumuz Amerika`nın” sadece “Kün, feyekün” buyurmasıyla işlerin istenen kıvama geleceğine gönülden iman etmişti.

 

Ne İran faktörü, ne Çin, ne de Rusya faktörü asla hesaba katılmamıştı. Gelinen noktada Suriye harap oldu, müdahil olan ülkelerin her biri ise farklı sorunlarla yüzleşmek durumunda kaldı.

Bugün gün yüzüne çıkan Suud-israil ittifakı;

Mısır`da yaşanan trajedi;

Unutulmaya terk edilen Filistin;

Yemen`de yaşanan vahşet;

Baş gösteren Katar krizi gibi çalkantıların tümü, binbir umutla çıkılan Suriye seferinin bölgeye miras bıraktığı ağır faturadaki birkaç kalemden sadece bazıları.

Komşu olması hasebiyle en büyük fatura ise Türkiye`ye kesildi.

Milyonluk mülteci akını, şehirleri mesken tutan devasa bombalı eylemler, şehirleri harap eden “Çukur siyaseti”, 17/25 Aralık ile başlayıp 15 Temmuz`la doruğa ulaşan FETÖ girişimleri, güvensizliğin yeni tanımına denk düşen OHAL süreci, PKK`nin Suriye`de kazandığı alan hakimiyeti ve daha bir sürü handikap, büyük oranda Suriye politikasından sadır olan ağır faturadaki başlıca kalemlerden bazılarını oluşturmaktadır.

Emevi camisinde ikindi namazını kılma hedefiyle çıktığımız Suriye seferi, en nihayetinde D.Bakır Ulu Cami`de bile bir süreliğine namaz kılamama gibi ağır bir sonuçla karşımıza çıktı.

 

*          *          *

 

Şu anda ise Irak Kürdistanı`nda yapılan referandum üzerine yeni bir sefer başlatılmış durumda.

Irak Kürdistanı`nda yeni statü arayışı, bu anlamda yapılan referandum üzerine çok şey söylenebilir.

Zamanlama uygun muydu?

Atılan adım doğru muydu?

Şartlar müsait miydi?

Bunun yol açacağı komplikasyonlar hesaba katılmış mıydı?

Bu denli gerginlikler yerine daha mantıklı söylemler, yöntemler geliştirilebilir miydi?

Vs… vs…

Siyaseten her şey sorgulanabilir, çok farklı değerlendirmeler yapılabilirdi. Bu konuda Barzani`nin attığı adımlar sorgulanabilir, gerginlik ve savaş tamtamları çalmak yerine daha mantıklı politikalar geliştirilebilirdi.

Ancak Irak Kürdistanı üzerine bölge ülkelerinin takındığı tavırdaki mantığın, olayların başlangıcındaki Suriye`de takınılan tavır ile benzerliği, bu meselenin de çok yüzeysel değerlendirmelerle popülizme kurban seçildiğini ortaya koymaktadır. Ortadoğu`daki hiçbir gelişmenin salt kendi bağlamıyla sınırlı değerlendirilemeyeceği gerçeğini bugüne kadar yaşanan tüm gerginlik sahalarında yaşayarak öğrenmiş durumdayız.

Türkiye, İran ve Irak`ın referandum nedeniyle Barzani`ye karşı takındığı dışlayıcı tavır, salt Irak Kürdistanı ile sınırlı düşünüldüğünde, Esad`ın üç ay içerisinde iflahının kesilmesi kabilinden bir anlayışa tekabül ettiği söylenebilir. Hakikatte de Barzani yönetiminin bu şartlarda anılan ülkelerle baş etmesi gibi bir olasılık ufukta görünmemektedir. Ancak iş ciddiye bindiğinde bugün karşıymış ya da tarafsızmış gibi görünen uluslar arası güçlerin bu gidişata seyirci kalmayacakları gerçeği ortaya çıktığında, yaşanacak tablonun en az Suriye kadar, Rojava`daki PYD/YPG meselesi kadar çetrefilli bir hal alabileceğini hiç kimse ihtimal dışı görmemelidir.

Uluslar arası güçler açısından Barzani`nin en büyük kusuru, bölge ülkelerini teğet geçerek sadece kendileriyle iş tutmuyor olmasıdır. Amerika`nın PYD`ye oluşturduğu koruma kalkanını şu sıralarda Barzani için oluşturmamasının tek sebebi, Barzani`nin hala bölge ülkeleriyle işbirliğinden yana olan siyasal iradesinin varlığıdır. Türkiye, İran ve Irak tam da bu noktada Barzani`nin bölgesel işbirliği iradesini törpülemeye dönük giriştikleri manevralar, Amerika`nın arayıp da bulamadığı fırsatın kapısını aralamak üzeredir.

 

Bölge ülkeleriyle işbirliği umudunu kaybederse, Barzani`nin mecbur olacağı tek bir mecra kalacaktır. O da PYD`nin bugün tüm bölgesel aktörlere inat Amerika`ya teslim olduğu gibi, Amerika`nın sadece kendisini tercih etme isteğine boyun eğmek olacaktır.

Şayet bölge ülkeleri Barzani`yi böyle bir seçeneğe mecbur bırakırlarsa ne olur derseniz, PYD/YPG`nin durumuna bakmanız yeterli olacaktır.

En basitinden Menbiç örneği hala canlılığını korumaktadır. Türkiye`nin “girerim” dediği Menbiç, bir anda Amerikan bayraklarıyla donatıldı. Qamışlo`dan Tel Abyad`a kadar olan sınır hattı Amerikan bayraklarıyla “koruma” altına alınmış durumdadır.

Tabii ki burada yaşanan Amerikan bayraklı salvolar, PYD/PKK`nin gönüllü girişiminin Amerika`nın arzularıyla bütünleşme halinden kaynaklanmaktadır.

Oysa Barzani henüz o duruma gelmiş değildir. Şayet bölge ülkelerinin tazyikleri artmaya devam ederse Amerikan bayraklı salvoların Habur`un öbür tarafında da baş gösterme ihtimali hiç de az değildir.

Bu durumda kaybedenler kulübünde bir kez daha bölge ülkeleri yer alacakları gibi, Kürtleri Amerika`ya teslim olmaya zorlamanın vebalinden de kurtulamayacaklardır.

   

Yazımızı bir hadis ile bitirmiş olalım:

“Dostuna muhabbette aşırı gitme, bir gün gelir de düşmanın olur. Düşmanına buğzetmekte aşırı gitme, bir gün dostun olur.”