• DOLAR 32.324
  • EURO 35.151
  • ALTIN 2295.605
  • ...

Uluslararası ilişkiler biçimi açısından çok enteresan bir süreçten geçiyoruz. Uzun yıllardır alışılageldiğimiz ve üzerinden geleceği yorumladığımız “İttifak-ihtilaf ilişkileri” sil baştan değişime uğradı.

İttifaklar üzerinden uygulanan bütüncül askeri ve diplomatik birliktelikler yeni süreçte yerini parçalı, dalgalı birlikteliklere bıraktı.

Küresel ve bölgesel bazda kriz noktaları her geçen gün artmakta, bu noktalar üzerindeki güç gösterileri her gün daha fazla çatışma olasılıklarını beraberinde getirmektedir.

Kriz noktalarının her hangi birinde “bilinen müttefikler” geleneksel ittifak görüntüleri sergilerken, bir başka kriz noktasında bu kez durum değişebilmekte, “müttefik” bilinenler bu kez karşı karşıya gelebilmektedirler. Bu da her gün yeni sürprizleri, yeni güç denklemlerini, yeni çatışma risklerini beraberinde getirmektedir. Haliyle bu durum, yaşananların olası seyriyle ilgili uzun vadeli tahminleri alt üst etmektedir. Dolayısıyla yaşananların geleceğini kestirmek biraz da “Meteorolojik tahminlere” dönüşmekte, tahminler haftalık, günlük, saatlik, hatta anlık güncellemelere muhtaç hale gelebilmektedir.

Bu durumda karşımıza şöyle bir gerçeklik çıkıvermektedir;

Artık her kriz noktası üzerindeki mücadelede uluslararası ve bölgesel aktörlerin menfaatleri mezkûr noktayla sınırlı kalmaktadır. İkinci bir kriz noktası söz konusu olduğunda durum değişebilmekte, bazen tam tersine dönebilmektedir.

Yeni ilişki biçiminde bütüncül bir diplomatik ve askeri birliktelik ya da karşıtlık söz konusu değildir. Bu durumda bazen işe yaradığı düşünülen diplomasi atakları, başka noktalarda işlevsiz hale dönüşebilmektedir.

Bu durumda her türden aktörler arasında “sınırsız güven” diye bir olgudan bahsedilemeyeceği gibi, çoğu zaman “sınırsız düşmanlık” da söz konusu olmayabilir.

Oluşan bu tür yeni koşullar, bölgesel ya da uluslararası meselelere müdahil olmak iddiasındaki aktörler için değişmez yeni kurallar dayatmaktadır. Yeni kurallar bu anlamda her aktörü olası “Güç kapasitesi” seçeneğiyle baş başa bırakmaktadır.

Güç kapasitesi ve bu kapasitenin doğru kullanımı, aktörlük iddiasındaki kesimlerin uluslararası ve bölgesel ilişkilerde dikkate alınmasının en önemli ölçütüne dönüşmüştür.

Askeri güç kapasitesinin yanında aktörler birbirlerini kıstırmak amacıyla kullanabilecekleri ne kadar kart varsa sahaya sürmektedir. Bu da mücadelede güç kapasitesinin yan unsurlarla desteklenmesi sonucunu doğurmaktadır.

Yeni süreçte yerel bazda etkili olan dinsel, mezhepsel ya da etnik unsurlara dayalı “Terör örgütlerinin” önem kazanması, güç kapasitesinin “yan unsurlarla” desteklenme politikasının en önemli sonucudur. Kaldı ki bu kart, dar sahalarda cereyan eden manevralarda kullanıcı güçler açısından önemli işlevler icra etmektedir.

Bu tablo, küresel/bölgesel güç mücadelesinin tipik bir yansıması iken, yerel örgütlenmelerin bu süreçte önem kazanması, aynı zamanda coğrafyamızın daha fazla etkilenmesini, çatışma ve ayrışma ortamının bir “kültüre” dönüşerek coğrafyamızın kılcal damarlarına kadar sirayet etmesini beraberinde getirmektedir.

Belki de hepimizi en çok etkileyen, hatta “Büyük resmi” göremeyip “Küçücük resimler” üzerinden birbirimize düşmeyi sağlayan en büyük etken de budur.