• DOLAR 32.496
  • EURO 34.801
  • ALTIN 2474.228
  • ...

Trump iktidara gelmeden önce en büyük eleştirilerinden birisi de, selefleri döneminde girişilen işgaller ve bu işgallerde kazanmak yerine kendi ifadesiyle Amerika’nın altı trilyon dolara varan zarara maruz kalmış olmasıydı.

Başta Suriye olmak üzere işgal bölgelerindeki askerlerin çekilmesi, oluşacak boşluğun “bölgesel müttefiklerce” doldurulması ve mali harcamalarda yine müttefiklerin taşın altına ellerini koymasını kararlılıkla dile getiriyordu.

Elbette böyle bir çıkış ne “bölgesel müttefiklerinin”, ne de siyonist rejimin işine gelmiyordu. Nitekim siyonist lobilerin çabaları, ayaklar altına serilen “Müttefik Arap sermayesi” ile birleşince Trump muhtemel çekilme politikasından vazgeçerek eleştirdiği seleflerinin politikalarına uymak zorunda kaldı veya bırakıldı.

Devasa küresel güç konumundaki Amerika, Afganistan ile başlayıp Irak, Suriye, Yemen gibi ülkelerle devam eden işgal ve fiili müdahalelerin hiç birisini başarıyla sonuçlandıramadı. İşgal ve savaş dayatmaları, maruz kalınan ülkeleri harabeye çevirdi. Ancak Amerika açısından da itibarsızlık, güvensizlik, daha da önemlisi küresel güç konumunu sorgulatmayı beraberinde getirdi.

İşgal politikalarındaki başarısızlık, Amerika’nın tek taraflı hegamonik güç konumunu erozyona uğrattı. Amerika açısından yaşanan bu döngü, bir yönüyle Afganistan işgalindeki başarısızlığın Sovyet Rusya’sının çöküşünün başlangıcını teşkil etmesi gibi bir döngünün işaretleriyle dolu görünüyor.

Ülkeler, artık Amerika’nın dayatmalarına teslim olmak yerine bölgesel ittifaklara yöneliyorlar ki, her geçen gün daha fazla güçleneceği düşünülen bölgesel ittifaklar, geleceğin güç dengeleri açısından en favori birliktelikler olarak kabul ediliyor.

Trump, daha seçilmeden önce bunun farkına varıp genel bir çekilmeden bahsetse de, israil faktörü, hala eski alışkanlıkların sürdürülmesi adına Washington üzerindeki tüm baskı araçlarını sonuna kadar kullandı, kullanıyor.

Amerika, bulaşıp bataklığa dönüştürdüğü işgal ve çatışma kampanyasını nasıl sonuçlandıracağını dahi bilmez iken, İran’la yaşadığı kronik sorunları yeniden ısıtıp gündeme getirmesi, ambargoların sıkılaştırılıp muafiyetlerin kaldırılması kararı ve Devrim Muhafızları ordusunu “Terör” kapsamına alması gibi içinden çıkamayacağı yeni adımlar atmaya başladı. Devrim Muhafızları ordusunu “Terör” kapsamına alması pratikte Amerika’ya ve bölgesel müttefiklerine pek bir yarar sağlamayacağı aşikardır. Ancak ambargolardaki muafiyetleri kaldırma kararı, ihracatı ve ekonomisi büyük oranda petrole bağlı olan İran’ı zor duruma düşürüp hem ülke içi dengeleri, hem de İran dış politikasını akamete uğratmayı hedef almaktadır.

Amerika bu yönde adımlar atarken İran’ın en büyük iki kozu haline gelen bölgesel bazda yakaladığı asimetrik savaş tekniği üstünlüğü ve Hürmüz boğazını kapatma resti, krizin bölgesel nitelikten küresel niteliğe bürünme ihtimalini gündeme getirmektedir. Devrim Muhafızlarında yaşanan komuta değişikliği ve bölgesel alanda sürdürülen etkinliğin küresel boyuta taşınacağı açıklamaları her ne kadar karşılık vermek açısından gözdağı niteliğinde görünse de Hürmüz boğazının kapatılması meselesi, Amerikan yandaşı Körfez monarşilerinin yanısıra Körfez petrolüne bağımlı durumdaki sanayileşmiş ülkeleri büyük oranda etkileyecek bir potansiyel barındırmaktadır.

Dünyadaki petrol taşımacılığının yüzde altmışı deniz yoluyla yapılırken bunun yarısı Hürmüz boğazından geçmektedir. İran’ın yanı sıra Kuveyt, Bahreyn, BAE, Irak gibi ülkelerin deniz yoluyla tüm petrol ihracatları Hürmüz boğazından geçmektedir. İran’ın coğrafi konumu itibariyle Hürmüz boğazına hakimiyeti göz önüne alındığında, Trump’un son muafiyeti kaldırma kararı uygulanabilirse şayet, İran’ın petrol ihracatını neredeyse imkansız hale getirecektir. Petrolün İran’ın can damarı olduğu dikkate alındığında, bundan mahrum bırakılacak olan İran’ın boğazı kapatmak için elinde güçlü araçlar bulunduğundan hareketle boğazı kapatma yoluna gideceği aşikardır.

Durumun bu noktaya geleceği ihtimali şimdilik zayıf olarak görülse de, boğazın kapatılması durumunda petrol arzında yaşanacak olası sıkıntılar talep piyasasında petrol fiyatlarını uçurarak küresel çapta bir petrol krizini tetikleyecektir. Haliyle ithalatçı konumundaki çoğu ülke için petrol krizi, aynı zamanda ekonomik kriz anlamına gelecektir. Böyle bir krize hiçbir ülkenin yanaşmak istemeyeceği gerçeği, aynı zamanda Amerikalılar üzerinde kurulacak diplomatik baskıyı peşinen beraberinde getirmektedir.