• DOLAR 32.601
  • EURO 34.833
  • ALTIN 2492.704
  • ...

Kimimiz duymamıştır ki: “Aman ha! İnsanlara güvenme; insanoğlu haindir, onda vefa yoktur; biri sana geliyorsa mutlaka sende menfaati vardır…” Gerek yüz yüze gerekse sanal medya aracılığıyla duyduğumuz bu sözler ruhumuza zehir yağmurundan başka nedir ki!

Belirtmem gerekir ki hayat insanla güzeldir. Sağlığınız tam yerinde olsun, maddi refahınız olabilecek en üst derecede olsun ve siz de dünyanın cennet gibi güzel bir yerinde yaşayın. Bütün bunlar, yanınızda insanlar olmadan, eş dost muhabbeti olmadan ne kıymet ifade eder. Bunlarla mutlu olacağınızı mı düşünüyorsunuz? Bana göre tam tersi bir durum söz konusudur. Yani insanın yaşam şartlarındaki her bir derece iyileşme, eğer o hayatın içinde diğer insanlar yoksa, bir o kadar derece, ızdırap demektir. Mesela, durumun bir derece iyileşmiş de kendine bir araba almışsın. Arabayla gidecek birilerin olmadıktan sonra o araba seni nereye götürecek, çileden başka?

Anlamıyorum ki, böyle iç karartıcı şeyleri niye söylüyoruz. Bu, kendini “ben” hapsine kapattıktan sonra kendi üzerine sayısız kilit vurmak demek değil midir? Evet, İnsanoğlu ile ilgili her bir kötü yargı, kişinin kendi üzerine bir kilit vurmasıdır. Bütün insanlar menfaatçidir, bir kilit; hiç kimsede vefa yok; bir kilit… Buna, insanın kendi idam ipini ilmik ilmik örmek de diyebilirsiniz. Çünkü evvela bu sözlerle kendimizi bir bütün olarak öldürücü negatif enerjiye açarakr, kendimizi harap ediyoruz. Düşünsenize her taraf; hain, üçkâğıtçı ve vefasızlarla doludur. Bunun tasavvuru, insanda keyif mi bırakır? Keyfi bıraktım, bu düşünce insanın ömrünü bitirir yahu!

Her biri, kendini benlik zindanına kilitlemek olan bu söz ve mesajları, bir de sanki bir güzellik yapıyormuşuz gibi dostlarımıza bir hediye gibi yolluyoruz. Dost diyorum da aslında bu mesajın içeriğinin dediği, hayatta her şey yalandır, dost diye bir şey de yoktur. Bu tür söz ve mesajlarda, bir de böyle bir paradoks vardır. Zira insana güvenmeyeceksen ve herkes menfaatinin kölesiyse şayet, o zaman dost yoktur, akraba yoktur ve sadece herkesten yalıtılmış bir “ben” vardır.

Benim, polyanacılık yaptığımı ya da saf olduğumu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. İnsanda, bahsi geçen konularda çok kötü bir damar vardır. Bu damarın günümüzde çok kabardığı da doğrudur. Yanlış olan, insanı bu dünyada yalnızlaştıracak şekilde, bütün insanları topun ağzına koymaktır. Yanlış olan, bardağın boş tarafını nazarlara vererek hayat ile ilgili hoş bakışları bulandırmak.

Haydi diyelim ki dünyada adam gibi tek bir insan yoktur. Yani saha, sözünüzü doğrulamaktadır. Bu türden şeyleri konuşmak yine yanlıştır. Zira hiç iyi insan olmasa da en azından, iyi insanların olabileceği düşüncesi dahi güzeldir. Hayatta tutunmak için kuvvetli bir sebeptir. İyi insanlar bulunmadığı gibi, iyi insanların
olabileceği düşüncesinin de olmadığı bir dünyada niye yaşıyoruz ki? İyisi mi gidip kendimizi bir uçurumun başından aşağı atalım.

Bu işin yanlışlığını bir de Meşhur satranç oyuncusu Kasparof `un başından geçen bir olayla anlatalım.

Kasparof, bir maçında acemi bir oyuncuya yenilir. Herkes buna çok şaşırır ve yenilginin sebebini sorar. O, yenilginin sebebini şöyle belirttir: “Onunla oynadığımda acemi olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden onun her hareketinden, kafasındaki bir planın peşine düşüyordum. Bazen kendimce onun planını anlamış ve onun bir sonraki hareketini tahmin ediyordum. Fakat hayretler içinde, onun basit başka bir hareketini görüyordum. Bu defa olabilecek yeni hilesini bulmaya odaklanıyordum. O kadar onun kafasındaki gizli planların peşinden koştum ki taşlarımı tek tek kaybettim. Sonra basit bir şekilde yenildiğimde, anladım ki onun hareketleri bir maharetten kaynaklanmıyormuş ve aslında o sadece taşlarını oynatıyormuş. Ben olmayan bir planın peşine düştüğümden oyun zevkinden mahrum kaldım, yenildim.

Oyunu kaybettim; ama ondan daha büyük bir ders aldım: Tüm hareketler bir hile, bir plan sebebiyle değildir. O kadar aldatılmış ve oyuna gelmişiz ki artık samimi bir hareketin olabileceğine inanmıyoruz ve bu harekette olabilecek muhtemel planların, hilelerin arkasına düşüyoruz. İşte tam da orada kaybediyoruz.”

Ve maalesef orada kaybetmeye devam ediyoruz. İnsanlara güvenmeyip onlardan çekildikçe çekilen bir nehir gibi küçülüyoruz, kuruyoruz; balıklarımızı, incilerimizi, sedeflerimizi kaybediyoruz. Ne köpürüyoruz ne de küçük bir çağlayan oluşturabiliyoruz. Kokuşuyoruz.

Sözlerimizin toplamı şudur: En güvendiğimizden en onulmaz darbeyi almışsak da insana, insanlığa güvenmek durumundayız.