• DOLAR 32.593
  • EURO 34.804
  • ALTIN 2508.834
  • ...

Bir önceki yazımızda mutsuzluk konusunu irdelerken insanlığın ilk günlerine gitmek gerektiğini söylemiştik. İnsanın ilk bahtsızlığı oradan başladığı için sorunun ayak izlerini de oradan takibe başlamak lazım. Cennetten atılma meselesinde mutsuzluk olgusunu bize şerh edebilecek bizim yapımızla ilgili bir ayrıntı vardır. O da insanın olanı görmemesi, olmayana da göz dikmesidir. İşte Hz. Adem babamız, yokun yok olduğu nimetler diyarında sadece bir yoka göz dikiyor. Yasak ağaç, ya da olmayana tamah bizim ilk günkü hastalığımız, şimdi ise haddinden fazla müzmin. 

İnsan fıtratı gereği, sahip olduklarını gördüğünde rahatlar, yani varlıktan sevince giden bir yol vardır. Aynı şekilde ihtiyaç yani muhtaç olma hali de insanın içini daraltır. Tümü şık giyinmiş bir sınıfta, çocuğunu yırtık ayakkabıyla gören babayı düşünün mesela.

Elbette ki ayette geçtiği şekliyle şeytan ve taifesi bizi, bizim onları görmediğimiz yerlerden görüyorlar. Haliyle bu psikolojik durumumuzun da farkındadırlar. Dolayısıyla bu noktadan vurdukça vuruyor. Ne yapıyor; sahip olduklarını sana bir perdeyle gizleyip, sahip olmadıklarını ise gözünün içine içine sokuyor. Ta ki sahip olduklarınla sevinmeyesin ve sahip olmadıklarınla da kahr û perişan olasın. Ta ki sen bir yok, eş bir yok, çocuk da bir yok deyip birbirinize düşesiniz. 

"Yok" şeytanın insana oynadığı ilk oyundur. Şeytan bu oyunu nasıl oynamıştı: "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." Bak, hele şu cambaza! Şu cambazın maharetine bakın da nasıl da bir anda cennetteki bütün serbest nimetleri babamızdan gizleyip onun bütün dikkatini tek yasak olan ağaç üzerine odaklaştırıyor.

Kardeşler, devran tekerrür ediyor. Şeytan, babaya sıktığı silahı, çocuklarına da yöneltiyor. Nasıl olsa silah, sağlamlığı test edilmiş etkili bir silah.

Aslında, şayet görebilirsek gördüğümüzde mutlu olacağımız çok şeyimiz vardır. Ve hayatın zaruretleri noktasında çok fazla bir eksiğimiz de yok. Ama gel gör ki onu görmüyor sadece ama sadece bunu görüyoruz. Haliyle gitsin mutluluk; gelsin dert, sıkıntı ve mutsuzluk. 

Şeytan bunu yaparken, onun asıl maksadı senin mutsuzluğun da değil. Sebep başka, sebep daha büyük… Asıl sebep, seni günaha düşürmek. Çünkü mutsuz, sıkıntılı kişinin günaha düşmesi daha kolaydır. İşte şeytanın bir perdesiyle hem dünya hem de ahiret, insanın elinden gidebiliyor. Ya da tersinden bakarsak, bir bakıp görme sebebiyle oluşan şükürle de, insan dünyada mutlu, ahirette de sonsuz saadete ulaşanlardan olabiliyor.

İnsan mutluluğa meftundur, âşıktır. O zaman tez elden şeytanın hilesini bozun. Sahip olduklarımız üzerine yaydığı perdeyi alıp yırtın. Bakın, baktığınızı görün, gördüğünüzü bütün hücrelerinizde hissedin. Eve girdiğinde, iyi kötü bir evin olduğunu gör sonra nice evsizleri düşün. Mutfağa vardığında karnını doyuracak kadar malzemenin olduğunu gör, nice nice açları düşün. Kendi çocuğunun bir yorgan altında mışıl mışıl uyuduğunu gördüğünde onun şükrünü yap ve şükürden çıkan zevki doya doya tat. El, göz, kulak…

Unutma… Yüce Allah,​ “​febi eyyi alai rebbikuma tükkezziban” ayetiyle nimetlerini sana teşhir ediyor, ta ki sevinesin. Şeytan ise sahip olduklarını sana gizleyip seni onun verdiği zevkten mahrum ederken sahip olmadıklarını da gözünün içine soka soka seni muzdarip etmek istiyor.

 Ve asla unutma… Mutsuzluğun asıl sebebi sıkıntılar değildir; bunu ben değil, en fazla sıkıntı çektikleri halde, hep mütebessim kalan peygamberlerin nur yüzleri söylüyor bize. 

 

Yazarın Diğer Yazıları