• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...

Kimin ağzını açsan karamsar bir tabloyla karşılaşıyorsun. Özellikle dini endişe sahibi insanlar gidişatın kötülüğü konusunda bayağı karamsar. Haksız da sayılmazlar. Gerçekten de tablo acıtıcı. Ufukta pek bir ışık görünmüyor.

Toplumda dindarlık gün geçtikçe zayıflıyor. Halkın dini hassasiyeti ha bire aşınıyor. Münkerata, harama, günaha tepki sınırlı bir kesimle kalmış durumda. Daha önce dindar kimliğe sahip olmakla tanınan bugünün yöneticileri de geniş halk kitleleri de dinden, maneviyattan, ahlaktan gittikçe uzaklaşan gençliğin uçuruma doğru gidişine karşı ilgisiz. Aile tehdit altında, dini yaşam tehdit altında, ahlak tehdit altında… Bizi biz yapan birçok değer tehdit altında.

Peki, bu kötü tablo karşısında ne yapmalıyız? Çocuklarımızla bile baş edemiyoruz, gençlerimize namaz kıldırtamıyoruz, aile fertlerimizi artık kontrol edemiyoruz deyip pes mi etmeliyiz? Bazılarının dindarlık adına iddia ettikleri gibi bu fitne zamanında köşemize çekilip imanımızı kurtarmaya mı çalışmalıyız?

Şu sıralar Hazreti Yunus’u okuyorum. Gerçekten Yunus kıssasından alacağımız çok ders ve ibret var. Hazreti Yunus da karamsarlığa kapılmıştı. Uzun yıllar mücadele etmesine, çırpınıp didinmesine, halkının her ferdine davasını binlerce kez götürmesine rağmen bir türlü onları yola getirememiş, ikna etmeyi başaramamıştı. Bu durum Yunus Peygamberi küstürmüş, Allah’tan izin almadan başını alıp gitmişti.

Ama Allah, pes etmeyi, karamsarlığı, küskünlüğü, çekip gitmeyi, usanmayı, yerine oturmayı kabul etmez. Aziz Peygamberlerinden biri olmasına rağmen davet faaliyetlerini bırakıp giden Yunus’u şiddetli bir şekilde cezalandırdı. Yunus Kıssasını hepimiz biliyoruz.

Demek ki tablo ne kadar kötü olursa olsun, ufuk ne kadar karanlık görünürse görünsün Müslümana, davetçiye, endişe sahibi dindara, Allah taraftarına düşen mücadeleyi, çaba göstermeyi, direnmeyi, didinmeyi terk etmek caiz değildir.

Artık kızımla, oğlumla, kardeşimle, öğrencimle, iş arkadaşımla, dostumla, komşumla baş edemiyorum.  Tüm çabalarım, didinmelerim boşa gidiyor. Onları etkileyemiyorum. Kötü gidişata dur diyemiyorum. Kendim çalıp kendim söylüyorum. Sesim duyulmuyor. Kimse dinlemiyor. O kadar çaba göstermeme rağmen bir avuç insanın dışında ilgi gösteren yok. Ne diye bu kadar kendimi yorayım. Konuşayım, yazayım, koşturayım? Her şey boş!  Bıktım! En iyisi yerime oturayım, kişisel ibadetlerimi yapayım. Beni dinlemeyen bu cahil, nankör halkın imanını ben mi kurtaracağım? Zaten hak ediyorlar…

Eve, işte bunları diyemez bir Müslüman… Endişe sahibi bir mü’min…  Allah’ı, O’nun rızasını, ahireti önemsiyorsa bunları söyleme lüksü yok. Çünkü görevi başarı değildir. Sonuca ulaşmak değildir. Zafer hiç değildir. Bunlar olsa iyi… Nur ala nur… O çabayla, gayretle, cehtle sorumludur. Allah istese başarıya ulaştırır, istemese ulaştırmaz.

Dini endişe sahibi bir Müslüman peygamberi Muhammed Resulullah gibi düşünmeli, Onun gibi tavır sergilemeli, Onun yolunu yol edinmelidir. Peygamber Efendimiz en çetin, en ümitsiz anında, sahipsiz ve kimsesiz kaldığı zamanda bile hiç tereddüt etmeden şunları söyleyebilmiştir: “ Vallahi ya davamı başarıya ulaştırırım ya da bu uğurda ölür giderim!”

Onun ümmeti olarak da bize düşen bu işte. Yolumuzdaki engellere, başarısızlıklara, toplumun vurdumduymazlığına, kahredici ilgisizliğe aldırmadan ve heyecanımızdan, canlılığımızdan, gayretimizden en ufak bir şey yitirmeden son nefesimize kadar davamıza omuz vermeliyiz. Başarı da, başarısızlık da bizi ilgilendirmez. Biz görevimizi yapacağız. Gerisi Allah’a kalmış…