• DOLAR 32.34
  • EURO 35.112
  • ALTIN 2307.62
  • ...

Toplumda çılgınlaşan insanların sayısı gün geçtikçe artıyor. İnsanlarımız canavarlaşıyor. En ufak bir sorun, küçücük bir tartışma vahşi cinayetlerle sonuçlanıyor. İnsanın yüreğini kanatan, kahreden, ümitsizliğe düşüren cinayetler, sapmalar, katliamlar, iğrençlikler almış başını gidiyor. Nefislerine kul köle olan, nefsani ve şehvani arzularına tutsak kişilerden başka ne beklenebilir ki?

Allah’ı ötekileştirirsen, Allah merkezli yaşamı yasaklarsan, helal ve haram olgularını değersiz hale getirirsen, kanunlarla, yasalarla Allah’a adeta savaş açan düşünüş ve yaşayış biçimini topluma zorla dayatırsan, günahın ve haramın önünü sonuna kadar açarsan olacağı budur.

Dostoyevski’nin çok düşündüren bir sözü var: “ Allah’ı kaldırırsan yerine ben geçer!” der meşhur yazar. Allah’ın yerine benliğine, nefsine, şehvetine tapınan bir fertten, toplumdan ne beklersin?

Geçen bir akademisyen dostumuzla sohbet ediyorduk. Söz geldi dolaştı İstanbul Sözleşmesine geldi. Ak Partiye yakın biri olan akademisyen dostum hükümetin bu konudaki, aile konusundaki politikalarına anlam veremediğini söyledi. Hem Batı karşıtı bir söylemde bulunacaksın, Batının dost olmayacağından dem vuracaksın, hem de Batının yoz, sapık kültürünü zorla halkına dayatmaya çalışacaksın.

Mevcut hükümetin İslami kültür ve yaşama, geçmiş hükümetlerden daha çok zarar verdiğini itiraf etti o akademisyen dostum. Dindar bir geçmişi olan bir hükümetin zamanında yozlaşma ve bozulmanın nasıl bu kadar artabileceğini anlamakta zorluk çektiğini söyleyerek işi İstanbul Sözleşmesine getirdi. “Bu sözleşme aileye karşı, aileyi bitirmeye yönelik. Kadını resmen sokağa çağırıyor, hayâsızlığa teşvik ediyor. Hatta eşcinselliği bile meşru görüyor. Hükümetin ısrarla, kanun ve yasaklarla bu sözleşmeyi topluma dayatması olacak gibi değil. Böyle devam ederse aile diye bir şey kalmayacak. Toplum olarak çok kötü günlere mahkûm olacağız.” Dedi hayıflanarak.

Ne yazık ki bizzat devletin, batıcı örgüt ve partilerin, batı tarafından finanse edilen kuruluşların dayatması ve teşviki ile aile kurumu yok ediliyor, eşler arasındaki sevgi ve saygı düşmanca ilişkilere dönüyor. Sapkınlıklar, sapık anlayışlar, ahlaksızlık özendiriliyor. İnsanlar Allah’tan, Allah’ın dininden, ahlaki değerlerden, insani erdemlerden uzaklaşıyor. Erdemli, faziletli insan yerini bencil, şehvetperest, çıkarcı, kindar, acımasız, vahşileşen insana bırakıyor. Ve çılgın, katil, ahlaksız, hiçbir değere önem vermeyen, fuhuş ve uyuşturucu bataklığında mutluluk arayışına giren bir nesil, kayıp bir nesil yetişiyor. Namazsız, oruçsuz, hayâsız, ar damarları yırtılmış bir nesil…

Sonra da küçük yavrularının gözleri önünde eşlerini boğazlayan katil kocaların, birbirlerini vahşice katleden komşu ailelerin, gencecik kızları kaçırıp alçakça tecavüz eden insan müsveddelerinin, en ufak bir tartışmada etraflarına dehşet saçan psikopatların nasıl olup da bu kadar çoğalabildiklerine şaşırıp duruyoruz.

Bu daha ne ki? Eğer sapkın, kokuşmuş batılı değerleri bize dayatan gafillere karşı çığlıklarımızla arşı titretmezsek, bana ne, aileme sahip çıkayım da ötesini boş ver ucuzluğuna kaçarsak, yarın bu sapkınlık ve çılgınlık evimizin içinde, çocuklarımızın şahsında bizi de tutsak alır ve biz hiç bir şey yapamayız. Ki çoğu dindar aile şimdiden bu acı sorunla boğuşmak zorunda kalmış durumda.