• DOLAR 32.559
  • EURO 35.007
  • ALTIN 2435.049
  • ...

Geçenlerde bir yakınımız vefat etti. Günboyu içinde bulunduğumuz taziyede, anne ve yakınlarının feryadı yükseldi. Onca uyarıya rağmen kimse ağıtları susturamadı. “içim yanıyor” diyordu, vefat edenin annesi. Böyle susturuyordu, kendisine yapılan uyarı ve teselli dolu sözleri.

     Her yeni gelen acılı annenin karşısına geçip ağlıyor, ağıt yakıyordu, annenin yürek yangınına bir odun da ben atayım dercesine. Sessiz sessiz gözyaşı dökenlerde vardı. Ölümün yokluk olmadığını bilenler…

      Vakit ikindiyi aşınca, kapıdan birkaç çarşaflı girdi. Durun, feryatları dindirmeye, yanan ateşe su serpmeye geldik dercesine. Fatiha, ardından Sure-i Yasin… Herkes sus-pus…

     Derken son gelen çarşaflılardan biri Allah`a hamd ederek söze başladı. Yaşamak kadar ölümün de tabii olduğunu, insan hayatının olmazsa olmazlarından olduğunu söylüyordu. Menkıbeler, Peygamber hayatından örnekler veriyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bütün gün feryad figanların yükseldiği evde, şimdi büyük bir sükût vardı. Ya o anne, nasıl da değişmişti yüzünün rengi. Bir pembelik fark ediliyordu. Devam ediyordu çarşaflı bayan, bütün dikkatleri üzerine çekmişken. Konuştukça acılılar rahatlıyordu. Herkes bayanın ağzından çıkan kelimeleri sayıyordu sanki. Kapıdan dinliyordum ben de. İçimden “haydi gelin, iyiliğe, dostluğa, güzelliğe, Hakk`a çağrı var” diye haykırıyordum. İçimden yaptığım bu davet icabet bulmuştu sanki. Diğer odalarda olanlar bir bir geliyorlardı. Büyük salon dolmuş, kadınlar kapıdan konuşana bakmak, söylediklerini iyice duymak için başlarını içeri doğru uzatıyorlardı. Bir saate yakın konuşmuştu çarşaflı bayan. O konuştukça huzur ve rahatlık çökmüştü orada bulunanların üzerine. Artık feryat eden yoktu. Dudaklar Allah`a hamd ile mırıldanıyordu.

     Kalkıp giderlerken çarşaflı grup, arkalarında hayır dualarda bulunanların sayısı hiç te az değildi. Allah`ın dinini tebliğ edenler, Hakk`a ve iyiliğe davet edenler kor ateşlere yağan yağmur gibidirler. Tabi ki bilinçli yapılan davet, amacına ulaşacaktır. Allah kendi adını, dinini, davasını yücelten Müslümanlardan razı olsun. Davet aşkını her birimizin yüreğine nakşetsin inşallah…

AH! OKUMAK, OKUMAK, OKUMAK...  

      Mehmed Ali Gönül Hocamın kitap okumak üzerine yazdığı bir makalesini "ah okumak, okumak, okumak" diye sonlandırdığını, köşesini takip edenler hatırlayacaklardır. Büyük bir yaranın izlerini taşıyan o yazı hala aklımda. "Oku" emrinin muhatapları olan biz Müslümanlar neden bu kadar okumaktan uzak duruyoruz anlamış değilim.

     Anlamaya da çalışmıyorum. Çünkü hiç bir haklı gerekçesi olamaz diyorum. Eğer ki, yeme- içmeye verilen değerin yarısı kadar okumaya verilseydi, bugün herkes gününün en az iki saatini kitap okuyarak geçirirdi. (Ki, bazı insanlar vardır, günlerinin yüzde doksanı yemekle geçer.)

     Okumanın ne kadar önemli olduğunu okumayanlardan çok okuyanlar bilir. Nasıl ki tevbe eden bir insan, işlemiş olduğu günahların ağırlığını daha iyi hisseder, aynen öyle okuyan insan da okumanın önemini, okumamanın zararlarını daha iyi bilir.

      İnsanoğlu, (ot gibi yaşamaya kendini mahkum edenler hariç) hep bir şeyler yapmaya, içindeki dünyadan büyük boşlukları doldurmaya çalışır. Hak ile, yani doğru olan ile bu boşlukları dolduranlar, dünya- ahiret saadetine ermişlerdir. Diğer taraftan Haktan bihaber olanlar, batıl, yani boş ve malayani şeylerle boşluklarını doldurmaya çalışır ki, bu beyhude bir çabadır. Çünkü insanoğlu ancak Hak ve hakikatle içindeki boşluklardan kurtulabilir ve huzura erebilir. Kur`an, "kalpler ancak Allah`ın zikriyle mutmain olur" diye buyurur iken, huzur ve kurtuluş için hangi kapıya yönelmemiz gerektiğini bize haber verir.

       Hiç şüphe yoktur ki, bizi yaratan Allah`ı, yaratılma sebebimizi, en iyi bilebilmemizin yolu okumaktan geçer. Dün olduğu gibi, bugün de gerek Hak`tan yana mücadele verenler ve gerekse Hak`a karşı mücadele verenler okuduklarından güç ve kuvvet almaktadır. Bir kitap değil, bazen okunan bir satır bile insan üzerinde devrim oluşturabilir. İnsan kendinde oluşan pozitif bir güç, önüne geçilmez bir kuvvet hissedebilir.

       Fakat ne yazık ki, zamanımız insanlarının çoğu diyebileceğimiz kadar insan okumaktan mahrum bırakmıştır kendini. Evlerinin en yüksek yerine bırakılan Kur`an, sadece evin bereketi olsun diyenler Kur`an`ın zenginliğinden nasip almaya yanaşmazlar. O`nun nuru bereketi ancak okuyanlar ve üzerinde tefekkür edenler içindir. Evlerinin bir duvarını kütüphaneye çeviren nice insan vardır elinin altında bulunan hazineden bihaberdirler. Kitapları toz kaplamış nice kitaplıklar vardır ne yazık ki.

      Bazı kimselerden duyuyorum, dinimize sözlü saldırı yapanlara karşı tek kelimeyle dahi karşılık veremiyorlar. "Çok istediğim halde, konuşamadım" diyenler hiç de az değil. Bunun tek sebebi vardır, o da OKUMAMAKTIR. Müslüman olduğu halde İslam`ın beş şartını bilemeyenler kime nasıl cevap versinler.

     Evet, bizler Müslüman`ız ve "oku" emrinin muhataplarıyız. Zamanım yetmiyor, iş güç, çoluk-çocuk gibi bahanelerin arkasına saklananlar aldanmışlardır. Allah Teala, herkese yirmi dört saat vermiştir. Hiçbir şeyden kesemiyorsak dahi, sekiz, hatta dokuz-on saat olan uykularımızdan kesebilir, bir saat dse olsa okumaya ayırabiliriz. Aydınlık yarınlar için, aydın insanlar olmalı. Aydınlanmak için de OKUMAK en iyi ilaç... Tabi bize uygun ilaçları seçmeye özen gösterelim. Aksi durumda "kitap zehirlenmesi" olur, bu da mide yıkamayla geçmez. Tedavisi ağır olur...

     Başladığım gibi bitirmek istiyorum. Mehmet Ali Gönül Hocamızın dediği gibi...

    AH! OKUMAK, OKUMAK, OKUMAK...  

    KADINLARA PANTOLON SERBEST…

     Yufka yürekli bazı kimseler, pantolonla meclise gelemeyen bayanlara dayanamadı ve yaptı yapacağını. Artık bayanlar pantolonla meclise gelebilecek. Çok büyük bir ilke imza atılmış gibi adeta, çok yoğun ilgi gördü bu karar. Sanki yıllardır kadınlar bunun için büyük mücadeleler vermiş, yürüyüşler düzenlemiş, protestolar ve eylemler yapmıştı. Sanki kadınlardan biri ya da bir kaçı pantolon giydiği için meclisten çıkarılmış. Ve sanki Türkiye halkı bu mesele ile yatıp, bu mesele ile uyanıyordu.

       Yıllardır süren başörtüsü yasağı çözüm için ilk sırada sanıyorduk. Pantolonun başörtüsünün önüne geçeceğini eminim kimse düşünememişti. Öyle ya laik ülkeye laik kadınlar ya da batı tarzı kadınlar gerekiyordu. Meclis bunun yolunu açıyor. Uzun zamandır kardan yolları kapalı olan bir köyün yollarını açar gibi.

      Kadın pantolonla meclise girerse ne olacak? Kim kazanıp, kim kaybedecek? Meclis bu kadınlarla neyi ispat etmiş olacak? Yıllardır başörtüsü zulmü ile kıvranan genç kızlara kim el uzatacak? Kim onların sorunlarını dinleyip, çözüm bulacak? Neden bir pantolon bu kadar çabuk ve zahmetsizce kabul ediyor iken, başörtüsü için engeller hiç aşılmıyor? Neden Allah`ın emrine karşı insanlar bu kadar inatla karşılık veriyor? Ve neden pantolona evet diyenler, başörtüye özgürlük hakkı vermiyor? Gelişmiş bir ülke olan Türkiye`miz ne zaman başörtünün önündeki demir parmaklıkları kıracak?

       Başörtüsünün açtırılması durumunda okul kapılarından dönenler, görevlerini bırakanlar, ağlayanlar, sızlayanlar… Bunları kimse görmüyor mu? Yoksa birileri ağlarken başka birileri kahkahalarla mı gülüyor? Gülün bakalım…Gülün… Son gülen iyi güler…

                     Selam ve dua ile…

doğruaber