• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2498.11
  • ...

Türkiye ne zaman normalleşir başlıklı yazımıza bu hafta da devam edelim istedim. Geçen haftaki yazımızı yasama yürütme ve yargının birbirinden ayrı olmaları, bunların birbirlerine hâkimiyet kurmamaları gerektiğini belirtmiş ve özellikle bu güçlerden yargı gücünün, adaleti temsil etmesi nedeniyle taşıdığı önemden dolayı da ayrıca her türlü hâkimiyet kurma çabasının ötesinde tutulması gerektiğini belirtmiştik.

Ancak sadece bu durum da yeterli değildir. Yargının da hukuku herkese uygulanabilir bir düzeye çıkarması gerekmektir. Bu her türlü mülahazanın üzerinde olan bir konudur. Yargı terazisi öylesine hassastır ki, bunu elinde tutan kişinin sağa sola yalpalaması o terazinin her zaman yanlışı göstermesine sebebiyet verecektir. Terazinin doğru göstermesinin en temel şartlarından biri de o teraziyi doğru bir yüzeye oturtmaktır. Eğri zemin hatalı sonuca sebebiyet verecektir.

Türkiye`de yargı bir türlü doğru bir zemine oturtulamadı, bu yapılacağına başa gelen kesimin yaptığı ilk iş yargıyı kendi ideolojisi çerçevesi doğrultusunda yapılandırmak olmuştur. Bu ise sadece belli kesimleri memnun etmekten öteye geçememiş, tam adalet yerine kısmi adalet uygulana gelmiştir. Aslında sırf bu nedenledir ki Ülkemizde yargı hiçbir zaman ülkenin tamamı tarafından sahiplenilmemiştir. Benim yargım, senin yargın, onun yargısı ve doğal olarak benim devletim senin devletin, onun devleti. Hep bir ayrışmaya götüren süreç.

Bugün bizatihi kendisine baktığımızda son derece adil ve herkes için uygulanabilir gözüken bir kanun, uygulamaya geçtiği anda, kanun uygulayıcısının elinde lastik olup çıkıyor. Aynı durumda olan iki kişiden birine uygulanıyorken, diğerine uygulanamayabiliyor. Burada sorgulanması gereken kanun değil kanun uygulayıcısı yani hâkim ve savcılardır. Üzerlerinde oluşturulmaya çalışılan baskı ve ele geçirme çabaları onları yanlış karar vermeye götürüyor.

 Adalet öylesine kutsal bir güçtür ki, bu güç ele geçirilemez, sahiplenilemez. Bu güç kutsallığından dolayıdır ki onu eline geçirmeye onu sahiplenmeye çalışanı çarpar. Çünkü insan olarak adaletin hâkimi benim dediğin anda, her türlü adaletsizliğin sebebi de sen olursun. Sahip sen olduğun anda yanındakilere esnek, karşındakilere sert olmaya başlarsın. Bu engellenemez bir durumdur. Uygulayıcı şahıs ben adil olacağım, diyebilir ve bunu uygulamaya da yansıtabilir Ancak uygulayıcı kişi belli bir kesime aidiyet duygusu ile hareket ediyorsa, daha başlangıçta adil sıfatını kaybetmiş demektir. Kim ve hangi kesime aidiyet duygusu taşırsa taşısın bu aynıdır. Bunun sorumluluğu ve hesabı da ağırdır.

Kanunu uygulayana hakim olması gereken tek güç vardır, o da adil sıfatına haiz vicdanıdır. Kanunu uygularken, kanundan kaynaklı boşluklarda veya kendisinin takdirine bırakılan işlerde, karşısında devletin varlığını ilgilendiren bir konu dahi olsa, adalete göre karar vermek zorundadır. Zira hakimin devleti kurtarmak veya devleti korumak gibi bir görevi yoktur. O görev için devlet yapısında oluşturulmuş başka güçler vardır. Bırakalım herkes işini yapsın. Eğer kanun uygulanırken bu amaçlar güdülüyorsa, o zaman polisin askerin her tuttuğunu cezalandırmak gerekecektir ki böyle olsa o zaman hakime ve adalet kurumuna da ihtiyaç duyulmazdı. Bu uygulamalar uzak olduğumuz konular da değil aslında. Bir bakıyorsunuz hakim önüne gelen dosyaya polis ne koymuşsa onunla yetiniyor. Ayrıca bir araştırma yapa gereği dahi duymuyor. Polis koymuşsa doğrudur.

Vicdan meselesi de çok önemli tabi. Hakim ve savcılar yetiştirilince bu hikmetten uzak bir şekilde yetiştiriliyorlar. İyi bir kanun eğitiminin yanında, bu işin hikmeti de öğretilmiyor. Hakimlik, hikmeti içinde barındıran bir kavramdır. Hikmeti hâkimlikten alırsan, o hâkim artık hakim değildir.  Dolayısıyla eğitimin sonunda hakim değil, yargıç oluverirler.

Bir diğer önemli mesele ise, adalet kavramı insanların davranışlarını değerlendirme ve sonuçta haklı haksız ayrımı yapma sanatı da olduğundan, bu kavram din ve ahlak kurallarıyla da yakından ilişkilidir. Dolayısıyla bir insanın davranışını değerlendirecek olan şahıs, içinde yaşadığı toplumun dini ve ahlaki değerlerini taşıyor olması gerekir ki daha adil olsun. Ayrıca içinde Allah korkusu da bulunmalıdır. Yarın öldüğünde vereceği hesabın çetinliğine inanmalıdır ki kalemi kaymasın.

Taşınması gereken özelliklerin listesi uzatılabilir. Sonuçta yapılması gereken, kişi ve kurumlar yargı gücünü ele geçirmeye çalışmaktansa onu nasıl daha bağımsız, nasıl daha tarafsız, daha adil yapabilecekleri üstünde çalışmalıdırlar. Genel geçer kurallar oluşturmaya çalışmalıdırlar. Adaletin gözü gerçekten kör, kılıcıysa keskin olsun ve kestiği parmak acımasın.