• DOLAR 34.692
  • EURO 36.633
  • ALTIN 2959.5
  • ...
Uludere olayı hala sıcaklığını koruyor. Çünkü maalesef ilgili makamlar, soğutacak cümleler sarfetmekten hala imtina ediyorlar ve bölge üzerinden etnik siyaset yapanların elini her gün daha da güçlendiriyorlar.

Menfi milliyetçilik işte böyle bir şey. Çok sinsi ve derin bir hastalık. Bu hastalığın belirtileri işte bu tür olaylarla daha da bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Adaletsizlik, insafsızlık, özürsüzlük, kayıtsızlık, suskunluk, harcayıcılık, tahkircilik, kurunun yanında yaşı da yakıcılık, kuyuya atarken ‘sonra iyi oluruz` kuruntusu, ‘onlar da şöyle yapmasaydı` deyicilik,  ötekileştirmek, ötelemek, görmemek, duymamak, basitleştirmek, ciddiye almamak….

İnsanların çözüm beklediği kimseler de bunu yapınca hayal kırıklığı öyle tamir edilmez oluyor ki.  Güvenlik refleksine ve dolayısıyla güvenlikçilerin hatırına susmak ve vicdanları rahatlatmamak, teselli etmemek, teskin etmemek ne elim bir dilsizliktir…

Abraham Maslow`un ihtiyaçlar hiyerarşisini bilirsiniz. Hala kabul gören teorisini, beş basamaklı piramitle resmeden Maslow, ilk sırada bedensel ihtiyaçları, ikinci sıraya güvenlik ihtiyacını, üçüncü sıraya ait olma ve sevgi  ihtiyacını, dördüncü sıraya değer ihtiyacını, beşinci sıraya da kendini gerçekleştirme ihtiyacını sayar.

Şimdi Kürt sorununa  bu piramidin şablonuyla bakalım. İlk sıradaki bedensel ihtiyacın karşılanmadığı ile ilgili her şey göz önünde. Neredeyse tamamı, yoksul ve işsiz olduğu için yeşil kartlı olan bir bölgeden bahsediyoruz. Üretim ve sanayi olmadığı için batıya gidip çalışarak evinin geçimini sağlamaya çalışan milyonlardan bahsediyoruz. Bu konuda henüz köklü bir adım atılmış değil.

Gelelim güvenlik ihtiyacına; bu konuda her şey açık, fazla söze gerek yok belki ama bu ihtiyacı suistimal edilen yığınların çözüme katkı sunmayacağı gerçek olarak duruyor.

Peki ait olma ve sevilme ihtiyacı daha ne zamana kadar ertelenecek. İnsanlar ne zaman, kendilerini gerçekten samimi olarak sahiplenecek, duygu bağı kuracak, arkadan vurmayacak, acısında ve sevincinde yanında olacak, acı yaşatanlardan hesap soracak birilerine kavuşacak.

Dördüncüsü değer ihtiyacı idi. Bu toplum ne zaman fark edilecek. Ne zaman dilleriyle, kültürleriyle, tarihleriyle, kısaca farklılıklarıyla kabul edilecek, saygı görecek, haklarına gerçekci ve samimi olarak kavuşacak. Yaşatılan acılar için ne zaman helallik dilenecek. Gittiği yerde milliyetini çekinmeden ve güvenle söyleyecek. Aşağılanmasına, ötekileştirilmesine izin verilmeyecek. Aşağılayıcı ve yok sayıcı söylemler kaldırılacak. Evet bu ihtiyaçları ne zaman karşılanacak.

Beşincisi; kendini gerçekleştirme ihtiyacı ki, aslında bu ihtiyaç her ne kadar piramidin en ucunda olsa da ilk basamakta ikonu olan bir ihtiyaçtır. Bir insana ekmek verip sus demek, onu aç bırakmaktan daha kötü değil midir? Dersim`le, Zilan`la, Roboski gibi bir çok acılarla dolu yakın tarihin bir yerinde, bölge insanına anadilini konuşma yasağının dahi getirildiğini bugün kimse saklayamıyor. Bugün devlet televizyonu denilen şey,  ifade etme ihtiyacına ne kadar cevap veriyor. Kendi dilinde eğitim, kendi dilinde ibadet, kendi dilinde sanat, edebiyat, ticaret vs. ne zamana kadar milli bütünlük  korkularına kurban edilecek.

İnsanların bu ihtiyaçları ertelendikçe, birileri bunu kullanacak ve giderilmeyen açlıklar farklı mecralarda yeni sorunlar  olarak ortaya çıkacaktır. Bölge insanı, bugünlere Maslow`un bulamadığı  tek bir ihtiyacı karşılayarak geldi:  Allah`a kulluk ihtiyacı.  Ama bugün maalesef, hem bu ihtiyacı yok sayarak diğer ihtiyaçların sözde mücadelesini verenler, hem de diğer ihtiyaçları yok sayan merciler, iyileşeceği kıvamda yarayı tekrar kanatmak peşindeler…