Düşün Bediüzzaman’ın Yakasından
Okudukça tersi olması gerekirken beynin daha da derin kıvrımlarına saklanan, kendini üste çıkarma meyline saplanan, sentetik bilinçli entel kafaların bir türlü atamadığı hastalıktır şu maskeli menfi milliyet...
Bilinçaltında sürekli kendi egemenliği için tehdit gördüğü başkasının hakkına gem vurmaya ayarlı bir süslü zihin marazıdır bu.
Haliyle kendileri bu illeti bırakmadan başkasının ırkçılığı bırakmasını istemeleri hiç de etkili ve inandırıcı olmuyor.
Ne demişti Niyazi Mısri Hazretleri:
“Dışarı üfürmekle, yakılır mı bu ocak?
Gönlün Hakka vermeden, ihsânı arzularsın!”
Bu öyle bir dert ki, dünya müslümanlarının her zamankinden daha fazla birbirinin faydası için çırpınmalarının zaruri olduğu şu kıymetsizlik asrında kimi İslami çevreleri ve İslam alimlerini incitecek kadar felç eder adamı.
Hele gayet elverişli “fetöcülerin” diye başlayan rüzgarı da arkalarına aldılar mı yüklenilen esfarın etkisiyle kazandıkları özgüven kafalarını güzelleştirir sonra “biz içeriz bize yoktur vebali” ile pergelin sabit ayağının yerinde olduğunu zannederler.
Hakikaten tedavi ve terapi gerektiren romantik bir patolojidir bu.
İlkokulda Din Kültürü derslerinde önce İmamı Azam Ebu Hanife’nin Türk olduğunu öğreten kimi ırsi öyküleri vardır bu hastalığın.
Ya veylena!! Bu hastalık maalesef sadece bir coğrafyanın kaderi değil, diğer unsurlarda da derece derece bunun semptomlarını görüyorsunuz.
Risale-i Nur’a aidiyetiyle meşhur bazı zevatın bile bu kronik rahatsızlığa müptela olduğu malumdur. Öylelerinden biri Bediüzzaman Said Nursi’nin seyyid ve Türk olduğunu ispatlamak için büyük çaba harcamış ve bu konuyu bayağı dillendirmişti.
Mesele Bediüzzaman olunca ortaya öyle şövalyeler çıkıyor ki, kimi O’nu Abdülhamit düşmanı olmakla, kimi gençleri pısırıklaştırmakla, kimi, Şeyh Said Efendi’ye destek vermemekle, kimi Kürt olmakla, kimi, Demokrat Parti’ye destek vermekle, kimi eserlerinde kendini övmekle, kimi ilhamını eleştirmekle, kimi, fıkhı ikinci plana bırakışından, kimi “zaman tarikat zamanı değil” deyişinden dem vurmakla sayıyorlar da sayıyorlar.
Zor zamanlarımızdan birinde kendisini rüyada görmüştük, mahkemede idik ve bizim için tahliye kararı veriliyordu. Ancak O’nu bırakmıyorlardı, üzülüyordum. Neden der gibi oldum. “Benim daha burada kalmam lazım, siz gidin” deyişini hatırlıyorum. Şaşırmamak mümkün mü, vefatından kırk yıl sonra da zindanda kalmaya devam edeceğini haber veriyordu.
Ya hu Allah için bir düşün yakasından şu mübarek zatın. Sağ iken ona 36 sene boyunca yapılan eziyet, işkence, zehirleme, hakaret, iftira yeter.
Bari muazzez ruhunu bırakın.
Yoksa sizde, vefatından altı ay sonra Urfa’da Dergâhtaki mezarını kırıp naaşına bile tahammül edemeyen 27 Mayıs darbecilerinin hevesi mi var? Nedir derdiniz?
Bediüzzaman’ın Kürtlüğü ile, değil sadece Kürtlerin, en başta Türk’ün, Arab’ın, Fars’ın iftihar etmesi lazım.
İslam coğrafyasının ortasında yer alan bir milletin içinden çıkıp en başta mesela Isparta’da, Barla’da Türk’leri imanla sevmiş onların imanının kurtulması için o kadar zulümlere sabretmiş, illa da uhuvvet demiş bir alimin ve fikriyatının ve dahi tabilerinin düşün yakasından artık.
Sahi siz Kürtler için ne yaptınız?
Kaçının ahireti için dünyalık bir şeylerinizden vazgeçtiniz?
Bu uğurda mesela neyinizi feda ettiniz?
Kaç defa zehirlendiniz?
Kaç cezaevi, kaç sürgün, kaç duruşma, kaç hicran düştü payınıza?
Açmayın ağzımızı diyeceğim ama sıktınız artık.
Öyle bir dolduruyorsunuz, sinirleri öyle bir zıplatıyorsunuz ki susmak ar oluyor, ağır geliyor.
Bir baktırın şu ayarlarınıza, ne bileyim, insafınızı yenileyin, izanınızı, idrakinizi bir güncelleyin.
Mevla Allah dostlarına ve İslam’ın aziz alimlerine hürmetten ayırmasın.