Müslümanın devletsizliği uzarsa
Neye inandığının farkında olan Müslüman ahalinin gönlünde bir devlet var.
Bu devletin, bireysel ve toplumsal her konuda açık hükümleri var.
Ve bu devleti mesela bu coğrafyada elinden alınmış, nasıl evlenip boşanacağına, mirasının nasıl taksim edileceğine, ticareti neye göre yapacağına, neyin suç olduğunun tespitine ve cezaların nasıl uygulanacağına o inandığı devletin karar vermesi yasak.
O yüzden toplum, gönlündeki devlet ile sahadaki devlet arasında sürekli bir med cezir yaşıyor.
Aldığı abdest, kıldığı namaz, tuttuğu oruç, ziyaret ettiği mübarek mekanlar, hürmet ettiği ezan, alıp verdiği selam, okuyup dinlediği Kur’an, katıldığı cenaze, yaptığı veya duyduğu dualar, virdler, karşılaştığı camiler, minareler ve diğer tüm İslami şiarlar, imanla alakalı söz ve davranışlar onun kulağına devletsizliğin imkansızlığını söyler.
Devletsiz bir Müslüman millet kadar yetim, idaresi gayri İslami bir coğrafya kadar garip ve öksüz bir kitle yoktur.
Çünkü devleti olmadığı için kutsalı korumasızdır.
Devleti olmadığı için ailesi himayesizdir, kadını, çocuğu, evliliği, boşanması hepsi güvenden mahrumdur.
Devleti olmadığı için evladına dinini, örfünü, terbiyesini hatta ana dilini bir yerden sonra aktarmakta zorlanır.
Devleti olmadığı için televizyonundan internetine, sokağından, çarşısına ahlakı, edebi sürekli saldırı altındadır ve hayasızlık fırtınası karşısında çaresizdir.
Devleti olmadığı için okulu, akademisi, sporu, sanatı, çarşısı pazarı hepten başkasının müdahalesine açıktır ve daha nice alanları gücü eline geçirenler istediği gibi kullanırlar.
Devleti olmadığı için hayatı hep sorularla ve içinden çıkamadığı sorunlarla uğraşmakla geçer, yorulur, yorar, sanki sürekli karanlıkta el yordamıyla bir çıkış yolu arar durur.
Devleti olmadığı için kavramları elinden alınır ve onlarla dövülür. Şeriat demeye ürker, cihad, had, halife, Kur’an ve Sünnetin Ahkamı gibi nice kavram uzayından kopar.
Devleti olmadığı için kendi dinini sağlıklı öğrenemez, çoğu zaman kötü niyetlilerin veya mutaasıpların elinde ömrü zayi olur.
İbadetlerinin çoğunu yarım yamalak yapar ve birçok haramdan uzak durmakta zorlanır, pek çok helal kendisine yasaklanır.
Devleti olmadığı için sağlıklı düşünme melekesi adeta felç olmuştur, önüne kafa yoracağı bir sürü gereksiz, süfli, kurgusal problem konmuş ve birinci vazifesinin bu karmaşık denklemleri çözmek olduğuna inandırılmıştır.
Devleti olmadığı için cemiyet ve ümmet mefhumları zihninde çok sönük bir ışığa sahiptir.
Çok büyük acıları, afetleri haber olarak önüne düşmezse uzaklardaki kardeşleri için hissi farkındalığı da son derece zayıftır.
Devleti olmadığı için en azından yönetime gelecek kimse veya kimselere bel bağlar. Ama zaman geçtikçe devletsizliğin felaketini unuttuğu için artık öncelikli derdi, kendi asgari yaşam standartları olmuş ve seçeceği yöneticide aradığı kriterler değişmiştir.
Devleti olmadığı için kendini daha bir merkeze almaya başlamış ve artan duygu yoğunluğu kitle manipülatörleri için kullanışlı aparata dönüşmüştür.
Devleti olmadığı için zamanla İslam’ın bir devletinin olamayacağına, olsa bile sahada uygulama imkanının bulunmadığına, öyle inandırılmıştır ki önüne konulan olumsuz misalleri veya arka planı sorgulama ihtiyacı duymaz.
Devleti olmadığı için dinsiz devletlerden uzaklaşmanın hayati tehlike taşıdığını düşünür.
Devleti olmadığı için İslam tarih ve medeniyeti, gözünde mistik bir nostalji gibi tarihsel zevke dönüşmeye başlar.
Devleti olmadığı için her alanda gücün kontrolü hakkında kendini konumlandırma yeteneği son derece zayıflamıştır.
Devleti olmadığı için unsuriyet, menfi milliyet, ırkçılık ve batıl ideolojilerin sürekli ördüğü duvarların arasında avare bir seyyah gibi savrulur durur.
Bir de elinden alınan devleti ararken kaybolan trajikomik vakalar var.
Velhasıl, israiloğulları Tih çölünde kırk sene şaşkınca dolaşma ile cezalandırılmışlardı. Demek ki bu diyarın cezası öyle bir iki kırk sene değilmiş.
Akıbet hayrola..