Hizmet diye bir pusula
Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin hizmetkarı manasındaki Hadim-ül Haremeyn unvanını ilk kullanan hükümdar Selâhaddîn-i Eyyûbî(rh)’ dir.
Ridaniye Zaferinden sonra Kahire’de Cuma hutbesinde imamın, “hakim-ül harameyn” diye takdimine müdahale eden Sultan Selim, kendisi için de “hadim-ül harameyn” demesini istemiş ve böylece Memlüklerden sonra bu unvanı Osmanlı da bir şeref bilmiş ve son halifeye kadar kullanmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’de, aslı Arapça olan hidmet(hizmet) veya hadim, mahdum gibi türevleri geçmese de Allah’a (dinine) yardım olarak kullanılan “tensuru” veya cihad, hakkı sabrı tavsiye, sa’y, hayırlarda yarışmak, fi sebilillah, emr-i bil maruf ve nehyi anil münker, davet gibi dine, müntesiplerine ve varlığa müspet desteği anlatan bütün ifadeleri hizmet kapsamında okumak mümkündür.
Ki şu ayet-i kerime de bu anlamda çok açık bir emirdir: “Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa'nın havarilere: 'Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?' demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: 'Allah'ın yardımcıları bizleriz.'” (Saf 14)
Hadis-i Şerif’lerin nakillerinde ise, “Resulullah’a hizmet” gibi kayıtlara çokça rastlanır. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanlardır.” (Buhari) buyuran Efendimiz(sav) birçok hadis-i şerifinde bunu açıklar ve misalen şöyle der:
“Bir kavmin seyidi (Efendisi) o kavmin hizmetçisidir.” (Beyhaki)
“Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.”(Saîd b. Mansur, Sünen)
Tasavvuf geleneğinde de hizmetin yeri bellidir. Mesela Nakşibendi tarikatında “silsile-i aliye”nin on sekizinci sırasında yer alan büyük veli Ubeydullah Ahrar(ks) bunu şöyle tespit eder: “Hâcegân yolunda, içinde bulunulan vaktin icabı ne ise ona göre davranılır. Şahsî zikir ve murâkabe, ancak Müslümanlara hizmet edilecek bir durum olmadığı zaman yapılır. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve murâkabeden önce gelir. Bazıları nafile ibadetlerle uğraşmanın zikirden üstün olduğunu zannederler. Hâlbuki gönül feyzini temin eden şey, Allah için başkalarına hizmet etmektir.”
Bediüzzaman Hazretlerinin külliyatında en çok kullandığı, en fazla yönlendirdiği kavramların başında da hizmet gelir. Mesela İhlas Risalesinde şöyle der: “Bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.”
Kavramları birilerinin su-i istimaline kurban etmeden sahiplenmek, en az yetimi sahiplenmek kadar faziletlidir.
Günlük hayatta ve bilhassa kurumsal nitelemelerde bu kadar sık kullanılan bir tabirin hayır işlerinde çok daha yoğun biçimde yer bulması gerekir.
Hatta hedef derken yanına hizmet gibi bir ölçü eşlik etmiyorsa orada durup düşünmek gerekmez mi? Sözgelimi: “Bu hedef ve buna bağlı her adım, vaziyet söz vs. kime ve neye hizmet eder?” gibi.
Allah’ın dinine hizmet; ihlas, i’sar, sabır, istikamet ve uhuvvet gibi birçok mana yıldızının da uzayı gibidir.
Her varlığın şu alemde tesbih ve hamdine bağlı bir hizmeti var. İlahi emaneti yüklenip, yeryüzüne halife tayin edilen Ademoğlu’nun kulluk vazifesi onun hak ve hakiki hizmetidir.
Yine karşılığında sevap, hasene, sekine, itminan, bereket, cennet ve rıza-yı ilahi vaadedilen her hal, söz ve fiilin de; mi’yarı, mizanı, mihengi hizmettir.
Ellerindeki imkanlarla şeytan ve dostlarının menfaatlerine hizmet etmekten başka hünerleri olmayanların şerrinden Allah’a sığınmak da bir nevi dine hizmettir.
Günümüzün baş döndürücü siyasi sosyal çalkantıları ve boz bulanık keşmekeşi içinde herkesin derununda dönüp duran; “şu insanlardan kime güvenelim” sorusu da ancak “sonuçta kime ve neye hizmet ediyorlar?” sualiyle birlikte cevaplanabilir?
Mevla hizmette şaşıranlardan eylemesin. Dinine hizmette samimi kılsın vesselam.