• DOLAR 32.558
  • EURO 34.984
  • ALTIN 2422.833
  • ...

TÜİK birkaç gün önce ‘Yaşam Memnuniyeti Araştırması’ adıyla mutlu ve mutsuz illeri paylaştı. Hatırlarsanız geçen yıl, World Happiness Report diye bir site dünyadaki mutlu ülkeler sıralamasında Türkiye’yi 150 ülke arasında 104. sırada, Afganistan’ı ise en son sırada göstermişti. En mutlu ülkelerin ilk 8'i de onlara göre güya Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkeleri idi.

Mutluluk ile felsefeciler, kelamcılar, tasavvufçular ve günümüzün psikoloji, sosyoloji erbabı hayli ilgilenmişler.

Huzursuzluk, bahtsızlık, sefillik, mutsuzluk, günahkarlık, eşkıyalık, hüzün gibi anlamlara gelen şekavetin zıddına; berhüdar, bahtiyar, mutmain, said, mesud, mutlu, huzurlu, ferah, sevinçli, ümitvar kelimeleriyle tarif edilen saadet mefhumu üzerine çok şey söylemişler.

Ahlak, insan ve güzellik gibi, mutluluğu da İslam’dan ve imandan ayrı tartışmak havanda su dövmektir.

Modern Fizik izafiyeti; kütlede, zamanda ve uzunlukta diye üç ölçekte ele alır. İslam geleneğinin uhrevi ve dünyevi diye ikiye ayırdığı mutluluğun dünyevi olanı o kadar izafidir ki, bunun için üç tane değil sınırsız ölçek söylenebilir.

Çünkü her insan kendi başına bir alemdir. Etkileşimlerinin nicelik ve niteliği onun mutluluğunun boyutlarını belirler.

Ancak dediğimiz gibi insanı yaratıcı ile ilişkilendirmediğiniz zaman mutluluk dediğiniz şey sadece sanal bir aldanmadır yani seraptır.

On beş yıl önce İngiltere kraliçesi 2.Elizabet Türkiye’ye geldiğinde rahmetli Yavuz Bahadıroğlu’nun yazısının başlığı şöyle idi: “Dünyanın en mutsuz kadını Türkiye’de.”

Bir kadının dünyada ne gibi hayalleri olabilir. Mesela zengin olmak mı, soylu bir ailenin üyesi olmak mı, yüksek bir makam sahibi olup herkesin onun emri altında bulunması mı..?

Bunların hepsi o kadında fazlasıyla var. Öyle ki sadece kendi ülkesi değil neredeyse dünyanın bir çok ülkesine hükmü geçiyor. İstediği her şey elinin altında, kızdıranı, üzeni, aşağılayanı, horlayanı, itiraz edeni, burun kıvıranı, ihmal edeni yok.

Karşılanmayan bir ihtiyacı, bir eksiği yok. Evinde, mutfağında, etrafında bir noksanı yok. Gidemediği bir yer, alamadığı, bulamadığı bir şey yok..

Her neyse bu kraliçenin erişmediği bir arzusu kalmamış. Daha doğrusu göreceği bir düş, kuracağı bir hayal kalmamış.

Peki elde etmeyi umduğu bir başarı için, kurtulmak istediği bir sıkıntı için, karşılamak istediği bir ihtiyacı için, gidemediği bir yere varmak için, göremediğine kavuşmak, tadamadığını tatmak için, sevdiği tarafından affedilmek için, açılmayan kapıya kabul edilmek için hayal kuramayan bir kimse nasıl mutlu sayılabilir?

Allah’ın zikrinden başka hiçbir şeyin asla tatmin etmediği insan kalbi, hayallerine erişince mutlu olacağını zanneder ancak o kısa süreli bir sevinçten başka bir şey değildir.

Kimisi bir gün sürer kimi birkaç gün. Sonra mutluluğu bulmak için başka hayaller kurar.

Oysa kavuşmanın aşkı öldürmesi gibi, sona eren her hayalinde aslında bulduğu şey geçici bir sevinç/neşedir, mutluluk değil.

Müslümanın her ibadeti, dünyaya sığması mümkün olmayan hayalleri remzeder.

Namazda mümin, miracı hayal eder.

Allah’ı razı etme hayali, onun cennetinin hayali, Habibi Hz. Muhammed Mustafa(sav) ile Kevser Havzı başında buluşma hayali, sevdiklerine yine cennette kavuşma hayali..

Müslüman, Kur’an’ın yeryüzüne adaletle hükmettiği zamanı hayal eder.

Kudüs’ün özgürlüğünü..

İslam’ın tüm cihana yayılışını.

Müslümanların birliğini..

Hasılı birilerinin istatistikleriyle değil biz hayallerimiz kadar mutluyuz.

“O gün gelince, O'nun izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbaht kimi de mutludur.” (Hud 115)