• DOLAR 32.373
  • EURO 34.971
  • ALTIN 2325.43
  • ...

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmauel Macron'un girişimiyle hazırlanan "Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendiren Yasa Tasarısı” Fransa Meclisi'nde kabul edildi.

Sözde cumhuriyet ilkelerine uygunluk adıyla; çokeşlilik ve zorla evlendirme, evden eğitimin kısıtlanması, zorunlu eğitim yaşına ilişkin düzenleme, sözleşme dışı okulların durumu, spor kulüplerinin denetimi, gettolaşmanın önlenmesi, internet üzerinde yasa dışı içerikler ve nefret söylemleri, dini derneklerin faaliyet ve finansal planda saydam ve denetlenebilir olmasıyla ilgili hükümler yer alıyor.

Birçok kesimden tepki toplayan bu tasarıya göre; Fransa’da Müslümanların inançları doğrultusunda özgürce yaşamaları kısıtlanacağı gibi keyfi uygulamaların da önünü açacak.

Bu yasa yüzyıllardır yerli batıcı aydınlar tarafından demokrasi ve özgürlükler diyarı olarak bize model olarak sunulan Batı Dünyasının aslında ne kadar demokrat ve özgürlükçü olduğunun ispatı gibi…

İnsanlığa zulümden başka bir şey getirmeyen mevcut dünya düzenine beşiklik eden Avrupa’da hele jakoben laikliğin uygulandığı Fransa’da böyle bir yasanın çıkması çok da garipsenmemeli. Çünkü Avrupa’da temeli atılan ve daha sonra dünyaya bir avuç azınlık eliyle ihraç edilen Modern Ulus Devlet modelinin temelinde bu yasakçı zihniyet vardır.

İnsanoğlunun bilinen siyasi tarihinde yepyeni bir olgu olan bu devlet, yeni anlamı ve fonksiyonuyla ne Doğu'da ne de Batı'da var olan geleneksel devlet biçimlerinin hiçbirine benzemez.  Yazar A. Bulaç’ın deyimiyle bu devlet modeli, insanoğlunun tarihindeki en ceberrut devlet modelidir.

Sanayi Devrimi ile birlikte büyük kentlere taşınan insanların daha kolay kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi amacıyla yeni kurumlar oluşturularak devletin merkezileşmesinin önü açıldı. Bu kurumlar aracılığıyla bütün toplumsal hayat birbiriyle ilişkilendirilerek merkezi otoriteye meşruiyet sağlandı.

Bu durum başta eğitim olmak üzere bürokrasi ve hukukun tekelleştirilerek merkezi iktidar aygıtına verilmesi gibi dini, hukuki ve kültürel özerkliklerin çoğulcu yapıların tasfiyesi gibi trajik bir müdahale ile sonuçlandı.

Ekonomiden iletişime, hukuktan sağlığa, eğitimden bilgiye, spordan sanata, cinsellikten beslenmeye, giyinme ve oturma düzenine kadar denetim dışı bırakılan hiçbir alan yoktur. Bu yönüyle modern devlet, çoğulcu bir toplum yerine resmi ideolojinin öngördüğü tekil bir toplum ve kültür dayatır.

İdeolojisini benimsemeyen, ona göre yaşamayan kişi ve gruplar, devletin oluşturduğu ‘ulus ve kültür kazanı’nda eritilmesi gereken birer öteki olarak görülür. Bunda başarılı olunamayınca devreye bu sefer devlet eliyle çıkarılan kanunlarla baskı altına alma, yıldırma o da olmazsa cezalandırma yoluna gidilir.

Özellikle jakoben Fransız devlet modelinin iktibas edildiği Türkiye, Cezayir ve Tunus gibi ülkelerde, resmi ideolojiyi benimsetme adına ortaya konulan zulüm politikalarının temelinde, bu devlet anlayışı yatmaktadır. Yüzyıldır ülkemizde Müslüman cemaatlerin ‘irtica’ adı altında iç düşman ilan edilerek her türlü baskıya maruz kalması, Kürtlere yönelik inkârcı yaklaşımların temel sebebi bu anlayıştır.

Bugün Türkiye’de çoğunluğu oluşturan Müslümanların İslam’ı din olarak seçmeleri serbesttir ama İslam hukukuna göre yaşamaları hâlâ yasaktır. Osmanlı’nın yıkılmasının ardından Türkiye’ye sığınan onlarca kavmin dil ve kültürü yok edilerek Türkleştirilmişlerdir. Bu tekleştirici ve asimile politikalarına karşı en büyük direnci Kürt kavmi göstermiştir.

Sonuç itibariyle gelinen noktada bu devlet modelinin,  insanlığa vereceği bir şey kalmamıştır.  İnsanlık, farklı düşünce ve inançları yok sayan ya da dönüştüren bu model yerine tüm etnik, inanç ve kültürel farklılıkları birer zenginlik gören, sosyo-kültürel çoğulculuğu öngören çoğulcu bir modele muhtaçtır.

Bu model de hem Kur’an ve sünnette ortaya konulduğu gibi hem de tarihte bizzat yaşanarak ispat edildiği gibi tüm farklı kimlikleri özgürce ve barış içinde bir arada yaşatabilen İslam ile mümkündür.