`Hollywood filmlerini aratmayan bir tiyatro` öyle mi?
TÜRBÜLANS BÖLGESİ
“HOLLYWOOD FİLMLERİNİ ARATMAYAN BİR TİYATRO” ÖYLE Mİ?
Geçen yazımda “şerefsiz seyirci” rolünü üstlenenlerin tiyatro yorumuna değinmiştim. Ancak bu hafta Pensilvanya`daki kardinalden film-tiyatro karışımı açıklamalar geldi.
Evvela türde bir karar kılalım bilader!
Film mi, tiyatro mu?
Belki de her ikisi.
Emekli bir vaizden emperyal güçlerin hizmetine amade bir örgütün lideri olur da bir tiyatrocu neden aynı zamanda bir filmde rol almasın.
Hem zaten çağımız türlerin karıştığı bir çağ değil midir?
Yirmi günlük kuluçkadan darbe devşiren hokkabazın durumuna bakılacak olursa, globalleşen dünya da kocaman bir köy sayılıyorsa bu, köy seyirlik oyunu sayılabilir. Atalay Demirci`yi de gruba kattınız mı bal gibi bir stand up ortaya çıkar.
Evet, senaristi, yönetmeni ve baş aktörü aynı olan veya aynı sanılan bir film olması hasebiyle dünya tarihinde bir ilktir 15 Temmuz`da gösterime sunulan senaryo.
Niye sanılan diyorum, çünkü senaryoyu yazanlar, meczubun eline tutuşturup meczubu alkışlayınca meczup senaryoyu gerçekten kendisi yazdığına inanmaya başladı, tabanının büyük bir kısmı buna inandı ve hep birlikte ağlama seremonisi yapadurdular.
****
Tür üzerinde fazla durarak ayrıntıları kaçırmak istemiyorum. Bu mevzuyu burada kesip senaryonun içeriği ve kahramanların analizi üzerinde duracağım.
Yaklaşık kırk yıl öncesinde başlayan “Haşhaşiyun” filmi, önceleri haftalık diziler şeklinde televizyonlarda yayınlandı.
Filmin başında Erzurum`da billboardlarda aranan bir vaizin aynı dönemde İzmir`de resmi memur olarak görev yapmasındaki çelişki, seyirciyi bir anda filme bağlıyor ve inanan aptal ile uyanık izleyici etkileşimi başlıyor.
Filmin diğer filmlerden farkı, seyircilerin bir şekilde aktörlerle etkileşim içinde olmasıdır. Bu da filmi diğer filmlerden farklı bir yere oturtuyor.
Vaiz rolündeki baş aktör, hamasi duygular ve gözyaşlarıyla, darbeden dolayı preslenmiş ve Kenan Evren`in şiddetini iliklerine kadar hissetmiş Anadolu insanının gönlünde yer etmeye başlıyor.
Arananlar listesinde adının geçmesiyle Anadolu insanı ona bağlanmakta, ancak kendisi bu arada izbe köşelerde Kenan Evren`i cennetle müjdeleyen mektuplar yazmakla meşgul.
Medrese yıllarında arkadaşlarını irticacı diye gammazlamasını ekranlarda göremiyoruz, bu yüzden medrese arkadaşları senaristin bu bölümü kestiğini iddia etmekteler, filme gelen ilk eleştirilerden biri budur.
Sonra Manisa`daki bir camide kendisini dinleyenlerin üzerine Kur`an-ı Kerim`i fırlatmasını film sırasındaki kamera hatası sanır seyirciler, hatta bazıları yardımcı elemanların bu sakarlığından dolayı çarpılacağına inanır. Baş aktörün bunu bilinçli yaptığını kimse düşünemediği gibi aktörün yıllar sonra nasıl çarpılacağının da farkında değil seyirciler.
Oyunda meczup ile hemhal olanların sorgulama melekeleri çoktaaan sıfırlanmıştır.
Zaten baş aktör tekrar tekrar “kendinizi sıfırlayın” derken düşünme melekelerini yitirmiş, her emre amade bir robotlar topluluğunun inşası ile meşguldür.
“Kendinizi sıfırlayın” ifadesinin ara ara tekrarlanması filme gizemli bir hava vermekte.
Toplulukta robotlaşmaya razı olanların bazıları saf niyetten rolü üstlenirken bazıları da birtakım zaaflarının kurbanı olarak aynı filmde rol almak zorunda kalıyor.
Oyuncuların her zaafı bir girdaba açılıyor ve her girdap kurbanını yutmaya amade.
Yeşilçam filmlerinin romantik, Ağlak Vaiz`i 28 Şubat`ta Çevik Bir`e methiyeler düzüp tek atımlık şefaat hakkını Ecevit`e vererek aslında müritlerinin tamamının bir Ecevit edemeyeceğini vurgulamış oluyor, ancak oyuncular role öylesine kendilerini kaptırmışlardır ki, kendilerinden esirgenen şefaatten ziyade Ecevit`te hikmet bulma çabasındalar.
Sonra dizinin bir yerinde Nuh Mete Yüksel diye bir savcı devreye girip baş aktöre racon keser. Racon keser kesmesine ancak dosyanın açılmasından üç ay sonra Nuh Mete Yüksel`in bir alüfte ile görüntüleri medyanın gündemine oturur.
Kimsenin o zamana kadar baş aktörün etrafındakilerin mahir kameramanlardan haberi yoktur ve gizli çekilen her kamera görüntüsü tabana bir keramet olarak satılır.
Satılır zira, saflar saflıklarının bedelini cebindekini himmet olarak kaptırırken yapının içindeki bazı uyanıklar da koydukları bire karşı yüz kazanırlar ve yapı kimileri için kârhaneye dönüşür.
İlk başlarda himmet ve hizmet at başı gider. Zamanla himmet, ihanete; hizmet de hezimete dönüşerek asli mecrasını bulur.
Ne tabanın ne de seyircilerin baş aktörün etrafındakilerin kameradaki kabiliyetlerinden haberi vardır.
Ta ki en yakınlarının mahremine girecek kadar mahir olan tapınak şövalyelerinin çektikleri diğer görüntüler yayınlanana kadar.
Rezaletten keramet bekleyen aptallar topluluğu, filme trajikomik bir hava verir.
*****
Nuh Mete Yüksel, kamera görüntülerinin savunması ile meşgul iken baş aktör Türk sinemasının sığ dünyasından mı, verilen görevin ifasından mı bilinmez bir nedenle ABD`ye hicret(!) eder. Mekândaki ani değişim filmin gidişatını da bir hayli etkilemektedir. Baş aktör yıllar sonra Hollywood filmlerinin hem imkânlarından hem de sinema teknolojisinden faydalanmak için geldiğini açıklayarak bu sis perdesini aralayacaktır.
Herkes Ağlak Vaiz`in Hollywood`dan sinema teknolojisini öğreneceğini beklemektedir.
Senaryosunu CIA ve MOSSAD`ın müşterek yazdığı filmin en karaktersiz rolünü hiçbir ücret almadan oynamaya karar verir.
Bu roldeki performansı sinema sektöründeki geleceğini de belirler.
Ancak sinema eleştirmenleri bu konuda fikir ayrılığına düşüyor. Yaygın kanaat, aktörün kestane pazarındayken CIA`ya kestaneyi çizdirdiğidir.
Kırk yılı aşkın bir süreyi kapsayan filmde ihanetler, ihtiraslar, kumpaslar, aldatmalar, atılanlar, satılanlar, şiddet, gözyaşı, entrika…
Anlayacağınız, yok yok.
Gün geçtikçe ihanette profesyonelleşen bir yapı, profesyonelleştikçe karaktersizleşen bir aktör ve ölüme amade bekleyen beton kafalı karton karakterler, filmin omurgasını oluşturur.
Birinin karakteri hepsine sinmişçesine tek tipleşen yapının baş aktörünün “Cebrail parti kursa ona oy vermem” sözüne rağmen rol gereği, Türkiye başbakanı ile valsa kalkar.
Seyirciler bunu evlilik öncesi bir flört sanır, ancak Uzun Adam sahne adını kullanan ile baş aktör Ağlak Vaiz bunun flört olmadığını bilmektedir.
Senarist, filmin en karaktersizine bu bölümde konsomatrislik rolünü verir.
Bu rolü içselleştiren ve mizacına uygun bulan baş aktörün performansı dünya sinema tarihi derslerinde incelenmeye değer bulunur.
Aktör, bu rolü oynarken hiçbir zorluk çekmiyordu, çünkü bu alanda ilk defa oynamıyordur.
Kırk yıllık hizmet adını verdiği iş hayatında masadan masaya koşmuş, her masaya uygun literatür geliştirmiştir.
Kimi zaman cennetle müjdeleme, kimi zaman şefaat etme, kimi zaman…
Uzun Adam da meselenin farkındadır, ancak tabanı ibadet dediği yapının kimi tabanının betonlaştığından bihaberdir.
Yel değirmenlerine karşı Donkişotluğa soyunmuştur.
Senaristse, senaryo gereği, bu ikiliyi valsa kaldırırken, Uzun Adam`ın gazozuna hap yerine zehir enjekte eder.
Uzun Adam`ın işin vahametini anlaması, tam da bu sırada gerçekleşir.
*****
Uzun Adam, içeceğine konulan zehri içmek üzereyken Hollywood karaktersizinin telefondaki uyarısıyla içmekten vazgeçer ve üzerine döker. Pantolonun üzerindeki içecek incelenir, karaktersiz aktör diyet beklerken Uzun Adam, aktörden faili ister. Uzun Adam`ın öfkeli çıkışıyla durağan ve sıkıcı film bir anda aksiyona dönüşür. Seyirci buradan itibaren nefesini tutarak filmi izler. . Ancak seyircinin ne içecekten, ne içeceğe konulan zehirden ne de okyanus ötesi diyet ödetmek üzere kumpas amaçlı gelen telefondan haberi olmayacaktır.
Bu satırları yazan fakir senaristin çöp kutusuna attığı kâğıtları görmeseydi belki de şu anda çoğunuz olayların öyle geliştiğinden haberdar olamayacaktınız.
Bir valsla başlayan flört bir anda çatışmaya dönüşünce Uzun Adam, uzadıkça uzadı, konsomatris kısaldıkça çirkefleşti, çirkefleştikçe rolünün hakkını vermeye başladı.
Uzun adam gerilimi artırmak için karaktersizin en zayıf noktasına, kârhanesine, saldırdı.
Gerilim arttıkça kripto elemanlar ortaya çıkmaya başladı.
Kırk yıllık tedbir ehli bir anda hücrelerinde uyuyan birer militan kesildi.
Her aksiyon seyircileri daha bir oyuna bağlarken Uzun Adam adeta bir şövalye gibi açık gizli on binlerce ordusu olan, uçaksavardan tutun, tanka kadar her türlü teçhizatı kullanabilen, en mahrem yerlerine kadar sızmış olan bir yapıyla mücadeleden geri durmadı.
Filmin ilerleyen saatlerinde yapının elemanları hazan yaprakları gibi bir bir savrulurken kalanlar siluet olmaktan çıkıp birer beton yığını gibi netleşmeye başladı.
Yoruma kapalı, ezberden başka bir özelliği olmayan, baş aktörün bedduasından medet uman birer ruhsuz yontu ordusu…
Adım adım filmin sonuna yaklaşılırken birer kukla olan oyuncular tehdit mesajlarıyla gerilimi artırdıkça artırır.
Opçin “yatakta basılacak, şafakta asılacak” derken Emre Puslu Temmuz`da İstanbul`da olacağını yazarak bütün seyircilerin dikkatini bir noktaya çekmeye çalışır.
Osman Özsoysuz da altı milyon AK Partilinin mal varlığına el koymaktan bahsederek sabredilmesi tavsiyesinde bulunup her şeyin canlı yayında anlatılamayacağını anlatarak konuşmasına gizemli bir hava katar.
Filmin ikinci yarısı bir anda aksiyonun zirve yaptığı, kalp sorunu olan izleyicilerin dayanamayacağı bir gerilime döner.
Örgüt üzerinden kimlik bulanın ayrılması zor olduğundan örgütü kimlik sananlar kenetlendikçe kenetlenir. Uhut`ta sahabeleri yüz üstü bırakan Selul ve yandaşlarının daha beterini yapan baş aktör, düğümün çözülmesini son ana kadar bekletir. Senaryo iyi kurgulanmış, baş aktör oyunun hakkını ziyadesiyle vermekte. Zira tüm zamanların en karaktersiz rolünü oynayarak ödül almak o kadar da kolay olmasa gerek.
Asrın imamı diye belletilen şahsın Pensilvanya`daki kasrın belamı oluşunu seyirciler fark etseler de oyuncular role öylesine kendilerini kaptırmışlar ki ayrıntıyı yakalamaları neredeyse imkânsızdır.
Baş aktörün “Eğer her evden bir çocuk askeri okullara veya polise girmezse o aile reisi indallahta hesap veremez” sözünde hikmet bekleyen elemanlar; Mustafa Özcan, Ahmet Kara ve Mustafa Yeşil gibi ikinci derece ehemmiyet arz eden oyuncuların performansıyla güç bulur.
Bütün kusurları etrafındakilere atmakta mahir olan aktör, tabanın gözünde günahsız sanıldığı gibi aynı zamanda hatasız kabul edilmektedir.
Baş aktörün “Benim, CIA, MOSSAD gibi teşkilatlardan endişem yok, hatta çamaşırlarının rengini bile biliyoruz. Benim endişem kardeşlerimiz arasındaki kavgalar” sözüne karşı “biz onların çamaşırlarını bilirken acaba onlar çamaşırsız halimizle karşılaşmış olmasın mı”yı kimsenin sormaması veya bu iddialı sözün havada kalması, senaristin film boyunca en büyük hatalarından biri gibi görülür.
CIA elemanları, baş aktörün okullarında yaveri gibi çalışınca Rusya ülkesindeki okulları kapatır ve filmin oynatıldığı mekân bir anda daralır.
Karaktersiz aktör ile Uzun Adam`ın ilk kapışması karaktersiz aktörün “Uzun Adam beni kıskanıyor” sözüne bağlayan tabana savaşın nedenini anlatmak beyhude bir çabadan ibaret görülür.
Hakikatte ise küresel güçlerin, karaktersiz adamın posta kutusuna attıkları Uzun Adam`la savaşması talimatını hiç kimse görmeyecek/göremeyecektir.
Karaktersize verilen görevi görmeyenler, “kıskanma” gibi basit bir meselenin kavga sebebi olmasına anlam veremezler uzun süre.
“2014 Aralık ayında Tayyip kaçacak” sözü yapının bütün elemanları tarafından dillendirildiğinde seyirciler kaçma gerekçesini merak etmeye başlamışlardı hâlbuki. “Kaçacak” diyenler, kaçma gerekçesinin senaryosunu da yazmışlardı.
*****
Adil Ök(s)üz adlı bir figüran vasıtasıyla ordunun içinde silahı ve canıyla karaktersiz aktörün emrini bekleyen beton kafalılar baş aktörün gücüne güç katmaktadır.
Bu arada atlet ve bir dolar üzerinde de durmak icap eder.
Baş aktör yıllarca iç çamaşırlarını tabanındaki insanlara göndererek onların hastalığa karşı şifa bulmalarını sağladığına inandırmakta ve bu atlet ve donlar sayesinde milyonlarca dolar para toplamakta.
Atlet kültünün dışında karaktersiz aktöre tabi olanların görüşebileceği ve birbirlerine güven duymalarını sağlayabileceği ikinci kült de bir dolarlık kâğıt paralardır. Harf ve seri numaralara göre kodlanmış bu paralardaki seri numaralar örgüt içindeki nüfus cüzdanının numarası işlevini görürken okunduğuna inanılan paralar da cihatta olduğuna inanan tabana cevşen mesabesinde güven depolamaktadır.
Filmin bitimine on beş dakika kala her şey bir anda değişir. Beton askerler bir anda ölüm makinesine dönüşür. Suikastçı SAT komandoları Uzun Adam`ı almak için bulunduğu oteli basar, ancak Uzun Adam on beş dakikayla kurtulmuştur.
Uzun Adam oteli terk ederken Ömer Halisdemir adlı bir astsubay olayın önemli aktörlerinden Semih Terzi`yi alnından vurur ve filmin seyri değişir.
Bu aşamadan sonra senaryoyu yazanların hesaplayamadığı, oynamasına ihtimal vermediği, hatta baş aktörün uzman ekibinden Özsoysuz`un "Türkiye'ye bir şey olmaz. Ben profesör olacağıma keşke bir Albay olsaymışım mesela. Bu süreçte daha çok katkım olurdu. Yüzde 50 desteği falan iplemeyin. Ben siyaset bilimi profesörüyüm ya. Alt yazı geçin televizyon kanallarından ‘yarın sokağa çıkma yasağı var` diye bakın sokağa çıkıyorlar mı? Bütün darbeler cuma günü oluyor. Hocaların evleri cami avlusundadır. Namaza bile geçmezler korkularından. Türkiye'de insanların demokrasi için sahaya çıkmak gibi bir hassasiyeti yok. Bunlar kuru kalabalıklar. Yine 3 tane yürekli komünist Taksim Meydanı'nı zorlayacaktır. Bir tane sağcı aydın bile çıkmayacaktır" sözlerinden sonra sesine gizemli bir hava katarak "Her şeyi televizyon ekranlarından söylemek zorunda değiliz. Bu kadarını söylüyorum ben. Çok güzel günler geliyor. Hizmet hareketindeki arkadaşları çok yoğun günler bekliyor” sözleri merak duygusunu zirveye taşır.
Takvimler 15 Temmuz`u gösterirken akşamüstü İstanbul ve Ankara`da farklı bir hareketlilik göze çarpar, ancak kimse bunu anlamlandıramaz.
Akşam saatlerinde hareketlilik sıradan halkın da dikkatini çeker. Saat 22.00`den itibaren sosyal medya üzerindeki hareketlenmeyle senaryoda olmayan, analistlerin hesaba katmadıkları, toplum mühendislerinin ezberini bozan bir kitle filmin oyuncu kadrosuna dâhil olur.
Her tankın önünde duvardan et, sokaklar insan seli, kalabalıklar mahşeri andırır.
Baş aktörün okunmuş ve kokuşmuş atletine karşı tankın egzozunu tıkamak için atletlerini çıkaran gençlerin atleti dikkat çeker.
Kameraman atletleri tekrar tekrar gösterir.
Uçakların havalanmaması için tarlasını yakıp duman çıkaran adamın davranışı ezberleri bozar.
Kışlanın önüne kamyonlarla kum döken Urfalıların Şanlı destanı yeniden anlam bulur.
Tankın önünde yatan gencin davranışı kameramanın gözünü kapatmasına neden olur. Sahneyi oynatmak korkunç gelir kameramana.
Ülkenin her yerinde isimsiz kahramanlar sokaklara dökülür.
Çekirdek çıtlatanlar, hayatlarında ilk defa bir oyunun canlı canlı sahnelenişinin tadını çıkarırken, dünya sinema tarihinde ilk defa dev bir oyuncu kadrosu provasız bir biçimde Hollywood oyuncularına taş çıkartırcasına bir performans sergiler.
Ancak hiçbir oyuncu, baş aktörün karaktersizi canlandırması kadar başarılı değildi.
Filmin sonunda baş aktör yine konsomatris olarak oturacak masa arayışına başlar ve film sona erer.
Hepiniz bu oyunun kahramanısınız, yüreğinizden öperim.