• DOLAR 32.573
  • EURO 35.004
  • ALTIN 2433.475
  • ...

Bir toplumu ayakta tutan temel etken, ailedir. Aile bağları sağlam olmayan bir toplum geleceğini inşa edemez.

Türkiye'de gelecekle ilgili sürekli dile getirilen belirsizliğin ve ümitsizliğin ana sebebi; aile yapısının bozulması, fıtrattan uzaklaşılması ve münferit bir hayat kültürünün egemen olmasıdır.

Peki, ne oldu da toplumumuz bu hale geldi?

Cumhuriyet dönemiyle beraber bir sosyal mühendislik projesi çerçevesinde Müslüman halkımız inanç ve kültüründen uzaklaştırıldı. Bu proje gereği, ailede babanın otoritesi elinden alındı, annenin annelik duyguları yok edildi ve boşanmayı teşvik edercesine boşanan kadın ve tek yaşama devlet eliyle sosyal güvence altına alındı.

Helal, haram, iffet, namus, haya, nikah gibi kavramların içi ya boşaltıldı ya da farklı anlamlar yükletildi.

Huzur ve mutluluğun adresi olan izdivaçlar, arzuların tatminiyle sınırlandırıldı.

Baba, ısrarla evin idarecisi olmaktan çıkartıldı ve her fırsatta kadının beyanıyla mahkum edildi. Böylece evin direği olan baba etkisiz, yetkisiz ve çaresiz bırakıldı. Böylece direksiz kalan aile esen rüzgara göre dört bir yana savrulup durdu.

Annenin, yuvayı koruma ve evlatlarını yetiştirme işi ağır bir yük olarak işlenildi. Annelik görevini basitleştirip, annelik yükmüş gibi bir algı oluşturuldu. Bunun yerine iş kadını, çocuğunu kreşe verip para kazanan anne profilinin reklamı yapıldı.

Bu ebeveynlerden doğan çocuklar da aile mefhumu diye bir kavramdan bihaber büyüdü, kreşte gördükleriyle ve anne baba sevgisinden uzak yetişti. Derken fıtri özelliklerini kaybetmiş İslami ve insani değerlerden uzak, sadece nefsinin isteklerine cevap vermek için yaşayan bir profil oluverdi.

Ortaya çıkan tablo; ya bireysel bir yaşam ya da sadece menfaatleri için aynı çatı altında kalan sözde aile tablosu oluştu.

Böylece hem baba hem anne hem de evlatta fıtri özellikler kayboldu, yerine menfaate dayalı bir birliktelik oluştu. Binaenaleyh aile mefhumu ortadan kalktı ve bireysel yaşam kültürü topluma hakim oldu. Üstelik buna da "özgür yaşam modeli" adı verildi.

Yaklaşık yüz yıldır bize dayatılan bu yaşam kültürünün yıkıcı etkilerine gelince; anne ile baba bir tam'ın iki parçası olma yerine birbirleriyle mücadele halinde olan iki rakip oluverdiler. Fıtri özelliklerine yapılan suni müdahalelerle artık birbirlerinden rol çalmaya başladılar, her birinin kendi ekonomik özgürlüğü için münferit çalışıp yaşam standartlarına odaklandılar. Biri diğerine sunduğu herhangi bir katkıyı yeri geldiğinde minnet konusu yapar hale geldiler.

Evlatlar; nasihate tahammülü kalmamış, ebeveyne itaati özgürlük kısıtlaması olarak telakki eden ve "anı yaşama" dışında ne yaptığını bilmeyen bir nesil yetişti.

Aile içi şiddet, boşanmalar, uyuşturucu kullanımı gibi onlarca adli suç; yıkımlar, çaresizlikler ve psikolojik travmalar...

Artık öyle olmuş ki; mutlu aileleri ya tarih sayfalarında ya da anlatılan hikayelerde arar hale gelmişiz.

O halde çare nedir?

Çare; özümüze dönerek sağlam temeller üzerine geleceğimizi inşa etmektir.

Yani yüz yıldır bize dayatılan ve fıtrata ters olan yukarıdaki anlayışları temelden terk edip İslami aile mefhumuna dönmektir. Bu da bireysel ya da cemiyetlerin çalışmasından ziyade devlet eliyle mümkün olur.

Rabbim o günleri görmeyi bizlere de nasip etsin.