• DOLAR 32.594
  • EURO 34.874
  • ALTIN 2505.159
  • ...

Bilindiği üzere yıllardır 16-23 Mart tarihleri arası “Dünya Mustazaflar Haftası” olarak anılıyor.
Müstekbirlerin yaptıkları zulümler ve Mustazafların yaşadıkları mazlumiyyetler bu haftada çeşitli etkinliklerle gündeme getiriliyor. Gündeme getirilen bu mazlumiyetlerin en büyükleri; hayatı boyunca iman hakikatlerini anlatan ve devletin ceberrut uygulamalarını bütün hücreleriyle hisseden Üstad Bediüzzaman’ın 1960’ta vefatı, 1988’de zalim Saddam’ın
emriyle yapılan Halepçe katliamı, 2004’te siyonist terör şebekesinin Şehid ettiği Şeyh Ahmet Yasin suikastıdır. Bunların dışında daha nice mazlumiyetler, katliamlar ve mağduriyetler vardır.

Uzun uzun bu katliamları ve mağduriyetleri anlatmayacağım. Sadece “Mustazaf” kavramı
üzerine kısa bir açıklama yapmaya çalışacağım. Kur’anî bir kavram olan “Mustazaf” kelimesi Türkiye’de pek kullanılmadığı için bırakın normal vatandaşı, İslamî duyarlılığı olan kişiler bile kolay telaffuz edemiyorlardı. 2004 yılında kurulan “Mustazaf Der” ile sık sık gündeme gelen “Mustazaf” kavramı yavaş yavaş araştırma konusu oldu ve birçok çevrece kolay telaffuz
edilecek bir kavrama dönüştü. “Mustazaf” kavramının telaffuzu ile ilgili şahit olduğum ve her aklıma geldiğinde de tebessüm ettiğim bir olayı siz okurlarla paylaşmak istiyorum.

Takriben 2009 yılıydı. Mustazaf Der’in merkez ve şubelerinin adres ve telefon numaralarının bulunduğu bir broşür işyerimizin masasındaydı. O sırada, zaman zaman İslami konularda muhabbet ettiğimiz ve üniversitede memur olan tarikat mensubu bir müşterimiz geldi. Selam ve hal hatır sorma faslından sonra masanın üstündeki broşüre baktı, inceledi sonra, “Maşaallah! Mustafa Efendi her tarafta çalışıyor ve birçok ilde dergahı var...” diyerek “Mustazaf” kavramını “Şeyh Mustafa” olarak algılamıştı.

Evet, telaffuzu zor olan; ama anlam yüklü bu Kur’ani kavramı anlamaya çalışalım. “Mustazaf”, zayıf bırakılmış, elinden tüm bireysel ve toplumsal hakları alınmış anlamına gelse de, yüce Rabbimiz Kur’an’da bunları 3 kategoride değerlendiriyor. Birincisi; Mücadele edecek güçleri, imkan ve şartları olmayan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve güçsüz erkeklerdir. Bu kategoride olanlar mazur oldukları için Yüce Allah (c.c) çektikleri sıkıntıları kefaret kabul ederek onları af edebilir. İkincisi; Sayıları ve imkanları olduğu halde ya korkudan ya da rahatlarını bozmak
istemediklerinden dolayı zulme karşı direnmeyenlerdir. Bu sınıf; Bütün hücreleriyle zillet elbisesine bürünen, zulme baş eğmeyi maslahat kılıfıyla yorumlayan ve zillet içinde yaşamayı kabul eden zavallılardır. Zaten istikbar düzenlerini ayakta tutanlar, kendilerini güçsüz hale getiren bu kişiliksiz sınıftır. Hz. Ali (k.v): “Her zaman zulmün iki ayağı vardır; Biri zalim, biri de ona boyun eğen mazlumdur.” Dolayısıyla bu sınıf zalimlerin zulüm ortağıdır. Vahyin
deyimiyle; bu sınıfın ahiretteki yeri de zalimlerin yanıdır.

Üçüncüsü; Güçleri ve imkanları az olduğu halde tam bir teslimiyetle rablerine teslim olan mütevekkil müminlerdir. Bu sınıf; zulme baş eğmeyen, her şartta mücadele içinde olan ve kıyam için ortam hazırlamaya çalışan muvahhidlerdir. Bunların destansı mücadeleleri ve
şanlı kıyamlarını yüce Allah (c.c) Kur’an’da övmüş ve kıyamete kadar onları örnek göstermiştir. Ahirette de yerleri Adn ve Firdevs cennetleridir. Rabbim bizleri vahyin övdüğü Mustazaflardan eylesin. Amin.