• DOLAR 32.57
  • EURO 34.782
  • ALTIN 2489.872
  • ...

Peygamber (sav)`in merkezinde bulunduğu şu günlerde hizmet heyecanına bakınca ve Müslümanların Allah için hayırda nasıl da koşuşup yarıştıklarını müşahede edince, Allah var, tefekkür yoluyla da olsa yıllar öncesine gittim. Anıları tazeledim... Rabbimizin nelere kadir olduğunu bir kez daha aynelyakin olarak görüp şükrettim.

Neredeyse yirmi yıl olacak...

O zamanlar zozanlarda, zindan hücrelerinde bir avuç kadar gençtik, Müslümandık. Buralara uzaydan ya da yabancı herhangi bir yerden gelmemiştik; sizdendik, aranızdan, oğullarınız kardeşleriniz olarak İslam düşmanlarını rahatsız eden bir gayretin, bir hizmetin sonucu olarak gelmiştik.

Bugünkü gibi o gün de İslamî hizmetimiz İslam düşmanları başta olmak üzere bazı kesimleri rahatsız etmekteydi ve bundan dolayı birçok zulme maruz kalıyorduk. Bu, hiç kesilmedi zaten...

Yakın tarihimiz açısından söylüyorum, zindanlarla tanışmamızın üzerinden fazla bir zaman geçmemişti daha. Daha çok yeni sayılırdık. Mübtediydik. Bu yüzden biz de ailelerimiz de biraz zahmet çekiyorduk. Ama sevabına olan inancımız da sonsuzdu. Biraz da nazlıydık aslında... Zindanın ilk Yusuflarıydık o zamanlar dorukta olan bir heyecanımız vardı. Yusuf`un yolunda. O olmaya adaydık hiç olmasa O`nun “nice yıllar” kaldığı ve davası için çile doldurduğu mekanlardaydık, artık... Bu, yepyeni bir aşamaydı.

Hasbi ve içtendik...

Kesin ki yeni bir sayfanın açıldığını, yeni bir dönemin başladığını biliyorduk. Adımızı bildiğimiz gibi biliyorduk. Uzun soluklu bir yolda, bir sürecin idrakinde, şuurunda ve bilincindeydik. Buna göre de hazırlıklıydık... Yusuf (as), bilirsiniz zaten...

Allah`ın peygamberi olduğu halde “nice yıllar” zindanda kalmış ve orada dahi Allah`a davet etmekten geri durmamış mükemmel ve muazzam bir davetçidir. İzinden giden, davetçi misyonunu deruhte eden nice öncü alimlerimiz gelip geçti buralardan. Şu halde biz de izinden giderek O`nun davetçi misyonuna talib olmalıydık. Gerçi çileli bir yoldu ama olsun, bizim buna çok ihtiyacımız vardı.

Açıktır ki, bu bir bedeldi... Birileri bu bedeli göğüsleyebilmeliydi ve bunu göğüsleyenlerden biri bizler olabilirdik pekâlâ. Allah yardım etti, göğüsledik de. Zaten O`nun yardımı olmasa biz hiç birşey yapamayız. Şimdi de “Yusuf olma” ihtiyacımızın devam ettiğini düşünmekteyim...

Bir tek gayemiz vardı: Allah rızası...

Bir de İslamla halkımız arasına çekilmiş ve yıkılmaz sanılan ilhadi bendlerin yıkılmasına vesile olmak...

Allah`ın yardımıyla Müslümanlar birçok alanda olduğu gibi bu alanda da imtihanlarını iyi verdiler. Ömürden geçen diğer günler gibi zindanda geçen günler de nihayetinde birer fırsattı.

Başkalarına ağır da gelse garip de gelse bize göre bu, tek başına hamd ve şükrü mucib ilahi bir nimetti. O halde kıymetini iyi bilmeliydik. Hiç unutmam, şehadete aşık birinin alnına sardığı Kelime-i Tevhid bandı gibi hücre duvarlarımızı süsleyen tahdis-i nimet bantlarımız vardı. O günün Müslümanları iyi hatırlıyorlardır şimdi, kapıdan girdiklerinde dikkatlerini çeken ilk şey “Bizi Yusufiye medresesine getiren Allah`a hamd olsun” cümlesinin yazılı olduğu banttı.

Allah daha iyi bilir ama Yusufların niyet, gayret ve amelleri de bu minval üzereydi. Kur`an başta olmak üzere tefsir`den, hadis ve siyerden, fıkıhtan, tarihten, risale-i nur`dan... dolu dolu programları vardı.

Gerçi Mısır, Suriye vb... halkı Müslüman olan ülkelere baktığımızda ne kadar geriden geldiğimizi görüyorduk. Yirmi sene önce onlar bizden çok eski idiler. Kıvam bulmuş tecrübeleri, ümmetin uyanışına vesile zindan şehidleri ve zindan mahsulü eserleri vardı. Her şuurlu Müslüman gibi bizler de bunlardan yararlanıyorduk.

Bizim kendimize ait, derdimize deva olacak bir zindan tecrübemiz henüz yoktu. Ya da yok hükmünde bir şeydi... Şimdi ise hamd olsun bir ilkin içindeydik. İlk kez zindan en geniş manasıyla İslami davetin hizmetine amade olacaktı. İlk kez onu “ah”lar, “of”lar mekânı olmaktan çıkaracak ve dava adamlarının yetiştiği, davetçilerin yoğunlaştığı bir medreseye dönüştürecektik. Yusuflar olarak yetişecek ve Yusuflar yetiştirtirecektik. Ve zindandan çıktığımız zaman, Hira`da, Efendimiz (sav)`in dizlerinin dibinde ders almışız gibi bizim karşılayanlarımız olacak... Dışarısı ise kaynıyordu... Sıcak, bir o kadar da heyecanlı bir mücadele sürüp gitmekteydi. Tahliyeler veriyorduk ama gelenlerin sayısı her zaman daha fazlaydı. Lillahilhamd sayıdaki artış, niteliğin artmasına vesileydi, bu da ortamı daha verimli kılıyordu. Dışarıdaki heyecanın içinden yeni gelenlerimiz daha soluklanmadan içteki heyecanın aşkıyla ve sorumluluk bilinciyle yola devam diyorlardı. Allah`ın yardımıyla zindan, bizim için zindan değil, gerçekten çok yönlü ve bereketli bir davet  alanıydı. Bu inancım taze ve ben halâ böyle olduğuna inanıyorum.

Yıllar su gibi akıp gitti...

Ama davaya olan inanç, ümit, aşk ve heyecanımız gitmedi, hamdolsun daha bir kökleşti, daha bir büyüdü...

Allah`a binlerce kez hamd olsun Müslümanlar kendilerine özgü kıvamını bulmuş bir zindan tecrübesini oluşturmayı başardılar. Ümmetin uyanışına vesile şehidleri oldu ve zindan mahsulü eserleri yeni nesillere ulaştı. O mekanlardaki maddi manevi diğer faydalar ve zindan direnişlerine ise şimdilik değinmeyeceğim.

Peygamber Efendimiz (sav)`in muhabbetiyle bugün meydanları dolduran kitleleri görünce işte o günlere, “neredeyse yirmi yıl olacak” dediğim günlere gittim. Ve o günlere ait şu dizeleri hatırladım.

 

Xwezi bihar ba ji meha gülan ba 

(Bahar olaydı, aylardan da gülan)

Ev erda bejî bi rehmê şa ba         

(Rahmetle sevineydi kurak topraklar)

Dawetçiye heqqiyê li êrdâ kar ba

(Hakk davetçileri dağılaydılar da)

Warê Seîda cardî şên bu ba         

(Şen olsaydı tekrar Saidlerin yurdu)

 

Şiirde “gülan” geçiyor, “nisan” olmalıydı aslında. Fakat ne fark eder. İkisi kardeştir zaten... Şimdi, çıkartılan bütün zorluklara rağmen ülkemizin her beldesine koşarak ulaşmaya çalışanlar Hakk`ın davetçileridir evet; ama Rabbimizin üzerimizdeki lütf-u ikramını düşündüğümüzde, acizane bu koşuşturmanın bütün ihtişamıyla birlikte, nimetin büyüklüğü karşısında küçük kaldığını görüyorum.

Çünkü halâ komşularını dinde anlayış sahibi yapmayanlarımız var, onlara dini öğretmeyenlerimiz, emr-i bil ma`ruf ve nehy-i anil münker`i yerine getirmeyenlerimiz var... Muhabbetiyle vurulduğumuz Efendimiz (sav)`in buyurduğu şu: “Bir kavim komşularına öğretmeli, onlara İslamı anlatmalı, onlara iyi şeyleri anlatıp kötü şeylerden de sakındırmalıdır. Dini bilmeyen kavim de öğrenmeli, anlamalı ve muhakeme etmelidir...”

Bugünleri de gösteren Allah`a sonsuz şükürler olsun. Ama ey Hakk`ın davetçileri! Size sesleniyorum! Atlarınızı daha bir mahmuzlamanız gerekiyor. Ha gayret!!!

 

Muhammed Şakir

Yazarın Diğer Yazıları