• DOLAR 32.526
  • EURO 35.139
  • ALTIN 2490.885
  • ...

Bu iki oluşumda yıllar boyunca mazlum halka karşı her türlü baskı, tehdit, tahkir, aşağılama, sindirme politikaları ile varlığını sürdürdü. Mazlum halk ise, devamlı bu oluşumların arasında kaldı. İki oluşumdan da uzak kalmak istiyordu. Nasıl kimseler olduklarını, özellikle İslam`a ve Müslümanlara tahammüllerinin olmadığını çok iyi biliyorlardı. Bu sebepleri bildiklerinden dolayı uzak kalmayı, herhangi bir oluşuma taraf olmayı istemiyorlardı. Ama şartlar buna izin vermiyordu. Derin yapılanma, devletin imkânlarını kullanarak mazlum halkı tehdit ediyor, isteklerini yerine getirmeyenleri ya gözaltına alıyor veya karanlık ellere öldürtüyordu. Gözaltına alınmalar hiçbir şekilde resmi yollar ile olmuyor, tamamen gayri resmi bir şekilde oluyordu. Ve genelde de giden geri gelmiyordu. Diğer taraftan PKK de, halka karşı her türlü baskı ve dayatma ile korku imparatorluğu oluşturmak istiyordu.

Mazlum halk ne yapacağını kimlerin tarafında olacağını, kimlere dost olup kimlere düşman olacağını bilemiyordu. Çünkü halk Müslüman`dı, dini İslam, kitabı Kur`an, önderi ise Resulullahtı. Ama bu iki oluşumda İslam ve Kur`an düşmanıydı. Hiçbir şekilde insani ve İslami düşünceye sahip değillerdi. İşte bu yüzden mazlum halk her türlü tehditleri göze alıp, bu iki oluşumun karşısında olan İslami düşünceye yanaştı, yani özüne katıldı. Elbette bu oluşumların karşısında olmak bedel gerektirtiyordu. Mazlum halk, her türlü bedeli vermeyi göze aldı. Kimi canından oldu, kimi malından. Kimi evladından oldu, kimi ise yıllarını cezaevinde geçirdi. Yıllarını cezaevinde geçirmek ile evladını bu yolda feda etmekle veya canını ve malını bu yolda yitirmek ile geri adım atılmadı. Aksine verilen bedeller, akan saf temiz kanlar bu yolda birer numune oldu ve geleceğe bir miras kaldı.

Selefleri Müslüman olan halk, özünden bir şey kaybetmeden yoluna devam etmek istiyordu. Yollarına devam etmenin ne kadar zor olduğunu, aslında yollarda güllerin olmayacağını, yolların tamamen dikenler ile çevrili olduğunu geçmişinden biliyordu bu ezilmiş halk. Allah`ın yüce kitabı Kur`an`ı rehber ve gönüllerin sultanı Resulullah`ı başlarının tacı yapıp yollarına devam etmenin, yollardaki dikenlere karşı mücadelelerinde kendilerine çok lazım olacağını bilerekten bunlara dört elle sarıldılar. Resulullah`ın hal, hareket ve düşüncelerini hayatlarının her kademesinde uygulamaya başladılar. Uyguladıkları bu davranışlar ile taraflı tarafsız bütün vicdan sahiplerinin teveccühünü kazandılar.

Allah`ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için eksikliklerinin, yanlış ve hatalarının farkına varıp, geceli gündüzlü bir eğitimin içine girdiler. Sözlerin en önemlisi ve en güzeli olan Allah`ın kelamı Kur`an`ı öğrenip öğretmeye başladılar. Eğitimde olmazsa olmazlardan olan Kur`an`ı iyice öğrenip, öğrendiklerini hayatlarında tatbik etmeye başladılar. Resulullah`ın hayatında da olmazsa olmazlardan olan mescitleri öz işlevlerine döndürmek için, camileri mekân edindiler. İş ve güçleri cami oldu. Zamanların çoğunu cami içinde, cami içindeki programlarda, cami cemaati ile Kur`an`ı Kerim ve İslami konuları öğrenmek için camiye gelen insanlar ile geçirmeye başladılar. Halkın ilgisi ve katılımı üst seviyede oluyordu. Artık doğu ve güneydoğudaki camiler Müslüman Kürd halkı ile gerçek işlevlerine dönmüştü.

Zamanın Yezit, ebu cehil ve ebu lehebleri mazlum halkın Müslümanlara yanaştıklarını, Müslümanlara evlerini ve çocuklarını teslim ettiğini içlerine sindiremiyorlardı. Her türlü hile ve planlarını ortaya koymaktan geri durmuyorlardı. Tek amaçları vardı, bu İslam ve Kur`an düşmanlarının... Ne olursa olsun, bu halkı camilerden uzaklaştırmanın bir yolunu bulmalıydılar. Bu halk camilere gittikçe, iktidarları tehlikedeydi. Çünkü camide öğretilenler kendileri için, kendilerinin geleceği için, düşüncelerini insanlara empoze etmek için tehlike arz ediyordu. Özellikle ecdatlarının söyledikleri akıllarından çıkmıyordu. Eğer bu öğrendiklerini engelleyemezsek, yani Kur`an`la bu insanlar arasına engel koyamazsak, bunlara karşı zafer elde edemeyiz demişti, ecdatları...

İşte bu sebeplerden dolayıydı, kin ve nefretleri... Ama Allah-u Teala Kur`an`ı Kerim`de müjde vermişti; izzetin, şerefin, galibiyet ve zaferin Müslümanların olacağını... Onlar bunun farkındaydılar, ama Müslümanların uyanmasını istemiyorlardı. Fedakâr, cefakâr ve itaatkâr Müslümanların başını çektiği oluşumlarda, Müslümanların gaflet uykusundan uyanması için gecelerini gündüze katıyor ve Müslümanları bilinçlendirmek için, Müslümanların birlikte hareket etmeleri için ve Müslümanların elinde olan güçlerinin farkına varmaları için çabalıyorlardı. Köy_köy, kasaba_kasaba, şehir_şehir dolaşıp insanlara İslam`ı anlatıyorlardı. Bu çabaları tamamen Allah`ı razı etmek ve Allah`ın dinini yeryüzünde hâkim kılmak içindi. Başka bir amaç ve gayeleri yoktu, tıpkı ecdatları Selehaddin ve Şex Said gibi...

Allah-u Teala fedakâr, korkusuz ve iman sahibi Müslümanların emeklerini boşa çıkarmadı. Onlara en güzel şekilde yardım etti. Çünkü Allah (c.c) Kur`an`da buyurmuştu, Müslümanlara yardım etmenin üzerlerine bir hak olduğunu... Allah (c.c) yardımını esirgemedi, bu fedakar Müslümanlardan... Allah`ın yardımı ile gaflette olanlar uyandı bir kez daha... Bu uyanış İslami bir uyanış oldu, mazlum halk için. Bu uyanış bir daha gaflete dalmamak üzere oldu. Çünkü öğretiler, Kur`an-i öğretilerdi. Müslüman`ın hayatını izzetli ve şereflice sürdürebilmesi içindi. Zalime, müstekbire, mülhit ve mürtede karşı kahramanca mücadele etmek içindi. İslami mücadeleden geri durmamak, tağutlara karşı boyun eğmemek ve Allah-u Teala yolunda can vermek içindi.

Ne mutlu bu davaya -İslam davasına- mensup olanlara...

Doğruhaber

 

Diğer Köşe Yazarları