• DOLAR 32.596
  • EURO 34.825
  • ALTIN 2510.073
  • ...

Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, hep süreçler ülkesi olageldi. Tekrar bir sürecin içindeyiz; hayırlı olsun!

Tanzimatla başlayan açılım süreçlerinin hemen tümünde, sorunların çözümü olacak adresin kıblesi Batı dünyası oldu. Bu arada alınan yol Frengistanlara olsa da aktörler, sözde de olsa her fırsatta “dine, milliye” bağlılığı vurgulayıp Batılı bir Türkiye kimliği için hizmet ettiler.

Osmanlının maddi manevi mirasından geçinen Ankara Hükümeti, milli ve manevi tüm değerlerle çelişen süreçler başlattı. Belki de Kurtuluş Savaşı sürecinde yüzleşip uzlaştıkları küresel aktörler; “Anadolunun Amentüsünün yüreğine altı ok” istemişti(!).

“Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;/Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.”

Ankara`da; “seçimler, parti” gibi demokrasinin tüm araçları olsa da “garip-gureba takım-taklavatları” anlamına gelen bu araçların cümlesinin başında “TEK” kelimesi vardı.

 Seçimler, malumun ilanıydı. Gol olmasa, goller atılmasa da maçlarda sıkıntı yoktu. İki çeşit oy vardı; en beyazlar ve ötekileri. Ötekilerin oylarının bir kıymeti-harbiyesi yoktu. Hakemin A Takımı belli ve na-mağluptu. Vatandaş; henüz “yurttaş,  bidon kafalı, karnını kaşıyan” bile olmamıştı.

1946`larda halk iradesi sandıklara dayansa da bir anlam ifade etmiyor; “açık oy, gizli tasnifleri” aşamıyordu.

Sefalet ve adaletsizlik hâkimdi. Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;/Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.”(NFK).

Henüz Şaban olmadığından, umutlar Cumhuriyet Halk Fırkasındaydı.

El, beyden yamandı. Köylünün ekmeği bisküviyi, varoşlar sosyete kumsal kültürünü zorluyordu.

Sokakların dili değişmekteydi. Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,/Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!” Bizans`ın-Roma`nın da kapıları halka daha fazla direnemedi çatladı. 

Çok partili hayata geçiş, 1950`yle, mızrak çuvala sığmadı, işler değişti.  Atıf Hocaların; Şallı Bacıların; Şeyh Saidlerin darağaçlarında sallandırılan naaşı, sandığa gömülen iradeleri, Merhum Menderes`i sandıktan çıkartıp iktidar koltuğuna oturttu.

Cumhursuz ve halksız Statüko; artık ittihat Terakkinin kanlı-karanlık yollarını deniyordu. On yılda bir “askeri darbeler, kriz ve kaos hükümetleri, vesayet yönetimleri, ara ve geçiş dönemlerinin hükümetleri” dışında hayat bulamadı.

Anadolu halkı; halledilen Merhum Menderes`ten sonra; tartışılır yanları olsa da kendisine yakın bulduğu muhafazakâr partilere yol verdi.

Merhum Erbakan`ın Milli Nizam`ının hâsılatı olan Merhum Özal ve nihayet Recep Tayyip Erdoğan`ın şahsında umutlanmaya çalışan halkın iradesi, iktidar olsa da halen muktedir olmakta zorlanmaktadır.

Türkiye; Haçlı Emperyalizminin 1920`lerde tuzakladığı hendek ve çukurlarla kestiği yolu aşıp Yeşil Vadi`ye, özüne dönmeye çalışıyor.

Bilmek ve görmek lazım. Yeşil Vadi`ye az kalmış, belki de merkezine yürümekteyiz. Birileri; ayağımız sağlam yere basmasın diye topuğumuza sıkıyor. Sağdan yanaşan şeytan, yol arkadaşlarımızın aklını çeliyor.

Mazide yaşattıklarını unutturmaya çalışıyorlar. Yalnızdırlar! Yalnızlıkları; askeri darbelerde kullandıkları laikler yerine, bizden görünen FETO casusunu kullanmalarından bellidir. Eskiye, köhneye, yasak ve dayatmalara sığınmışlar,  değişim istemezler.

EVET; “artık söz de karar da milletin!” Şikâyet edeceğimiz, HAYIR diyeceğimiz çok şey var amma hemen karşıda “mızrakların ucundaki ayetleri” de görmeliyiz.

Eski; o kadar sabıkalı ki; tek kelime dahi değişse yine EVET demek lazım.

Halktan, ümmetten çok şey aldılar; garip şeyler dayattılar. Alacaklıyız! Değişim şart! “Giden Şanlı Akıncının yurduna dönmesi” için Batı`ya değil, Doğu`ya bakmalıyız. EVET! Güneş Doğu`dan doğar! Dua ile.