• DOLAR 32.33
  • EURO 35.091
  • ALTIN 2299.224
  • ...

Osmanlının şahsında temsil edilen İslam âlemi, halihazırda altmışa yakın devletten oluşuyor ama etki ve anlam olarak Siyonist Terör Devleti’nin gerisinde.

BM’nin 5+1’inin keyfince tanımladığı “Fundamentalist ve Terörle mücadele” yasalarına göre, kendi halk ve bölgelerini sevk ve idare etmeye çalışıyorlar. Bu devlet ve liderleri; yılan ve akreplerin kuşatmasında komadaki Osmanlı ve Abdülhamit’in terazisinde tartmalıyız.

 Sultan Abdülhamit Han; haşerelerle dolu karanlık kuyunun tekinsiz zemininde su üstünde kalmaya çalışıyordu; Yusuf gibi!

İç ve dış müdahalelere, ihanetlere rağmen imparatorluk yönetti. Her alanda tam teçhizatlı karşı cephenin hesaplarını bozdu. “Öldü, battı..” denilen Hasta Adam’ın şahsında, nice badireyi atlattı; İmparatorluk yönetti..

Kıt maddi imkânlara rağmen projeler geliştirdi; çoğunu da hayata geçirdi.

Kumandalı muhalefetin sürgündekilerine karşı dahi “af metodunu, cezalandırmanın üzerine” geçirdi; cezalı muhaliflerinin; özel mülklerini korudu, maaşlarını bile kesmedi. Bunu; vicdanları nasihatçisi olsun, emperyalistlerin oyununa gelmesinler diye yapıtı.

Başta İngilizler olmak üzere dünyanın büyük güçlerini; din ve devlet hatta Ümmetin hakları için hesaba çekti; ikaz hatta tehdit etti. Tehditten sonra, nice te’villerle zillete girmedi.

Sözle değil; kararlarıyla, yaptığı yasalarıyla yerli, milli ve antiemperyalist oldu.

Ümmet adına, emperyalistlere karşı;siz ve biz..” sınırını koydu;  net duruş sergiledi. Sömürgecilerin sanayi ve teknolojisini kıskandı, sanayi hamleleri başlattı ve daha niceleri…

Günümüzdeyse; israil’in cinayetlerini kazara kınayan Müslüman liderler; hemen akabinde, özür ve tövbe-i nasuhlar dizmekte..  

*Halkı Müslüman Devletler özellikle de Arap/Hicaz Beylikleri; Batı’nın ebter/mimsiz medeniyetinin fuhşiyatını, yasalarını ithal yarışındalar. Abdülhamid’in –hakkettiği halde-  halktan ve muhalefetten göremediği destek ve kredilerin alasını aldıkları halde ahbabını mağdur, ağyarını mamur ediyor; omurgasız davranıyorlar. Yüzlerine, gözlerine durmaz mı?

Mesela Bizim Çocukların(!); Osmanlı Payitahtında imzalayıp akladıkları Frank Şövalyesi İstanbul Sözleşmesi; aile, kadın ve erkek kavramlarımıza, tanımlarımıza kastediyor.

Destan yazdığımız(!) ülkeler; Rusya, israil’in mera ve çayırı oluyor..

İran’ın, Suriye’ye Rusya’yı çağırması; Türkiye’nin ABD’yi Libya’ya çağırmamasından beter; Azerbaycan’daki israil mi? Bin beter! Kürdistan’da, -doğuştan suçlular(!)- bularak, küresel istihbaratlara nice işler bırakıyoruz.

Tabi ki bunlar, Ümmetin en yerli, milli ve omurgalı devletleri. Diğerleri ise Şeyhi’nin Harnâme’sindeki Bir eşek var idi zaif u nizâr..”

Hâsılı kelam; dünyanın en stratejik bölgelerine, zengin kıt kaynaklarına konmuş olan Müslüman ülke ve liderleri; Abdülhamid’in kantarına, çıkamaz, orada tartılamaz. Çünkü O terazi; tondan aşağısına müsait değil, gramları tartamaz.  

Emperyalist devletlerin silahlarını denediği, egosunu tatmin ettiği, terör ve teröristi tanımladığı yerler burada. Küfür ve zalimlerin ergenlik çağlarını, kahramanlıklarını ispatladığı topraklar da burada..

“Zaruret, ihtilaf ve özellikle de cehaletin” derbeder ettiği koca ümmetin iktidarları; vahyin müfterisi, peygamberlerin katili, insanlığın virüslerden de beter sorunu Yahudi’nin Devlet Terörü’nü, gündeminden çıkarmanın yollarını arıyor; bulamıyor!

Abdülhamid, Medine Sözleşmesi hududunda dahi temkinliyken; Bizim Çocuklar(!); haçın gölgesinde çözümler aramakta... Onur ve gurur dolu maziye yöneldiklerinde utanıyor belki korkuyorlar;  Kurayza ve Hayber’e rağmen!

Sultan-ı Kainat’ın “sakın, onları dost edinmeyin” fermanına rağmen; halkı Müslüman devletler, liderler hatta Bel’am sıfat ulema; Kudüs ve Aksa işgalcisi ile “barış, stratejik ilişki ve anlaşmalar” yapma yarışında.

Nereden nereye?

Günümüzdeki dünyamız ve edebiyatımız:

Diyar-i küfri gezdim beldeler kâşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm (Ziya) ..vesselam.


HİSSE:

 *ABD’den müjdeli haberler... Teferruat bila-ihtiyaç.

“Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!” ve “Top-ı âh-ı inkisâre (ÂH sesinin güllesine)  pây-dâr olmaz yine/ Kişver-i câhın nice sengîn-hisârın görmüşüz”(Nâbî).

Arş-ı Âla’ya ulaşan mazlum dilekçelerdir bunlar!!!

 1-Arap Bahar’ının 10. Yılında; halklarını hizaya getirmeyi büyük oranda başaran Arap Beylikleri, israil ile muta nikâhı yapma yarışında. Hani haramdı(!?)?

“Şu israil, ne kadar da şirin-miş(!?)” deseler de israil’in kendisi de gülüyor; “Bu ben miyim” diye!

Xwedê kesî şâş nek e an jî erdêre kaş nek e!

 2-İslam coğrafyasında; ABD sevgisi vardı. Komünistler Nasıl Yalan Söyler adlı bir CIA kitabı bile.. İlkokulda, Marşal Yardımlarından süt tozunu bile içmiştim.. Yazıık!

Şimdi nur topu gibi bir israil ve Rusya’mız da oldu. Şirinleri paylaşamıyoruz! Hapır hupur! Kapış kapış... Pek de şirin şeyler-miş; şu Filistin belamız olmasa…J

 3-Urfa-Göbeklitepe;  dünya bilim ve sanatını yönlendiren Mezopotamya’nın tarihine ışık tutuyor. İnsanlık ve medeniyetin en derin, en kadim merkezi.

Tek şanssızlığı; şu ana kadar ötelenebilmiş millet(!) ve bulunduğu coğrafya.

Yoksa Antik Roma ve sair “asil kanlılar” çoktan daha farklı üşüşmezler miydi?