• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

El cevab: Hakk’a; halka; adalete; döndüğümüz zaman.. İşte o zaman bu ülkeler durulur.

Yakın mı?

Maalesef hayır. Sorunlar için uygulanan yöntem; farkların bir arada yaşama kültürünün aksine, birisinin diğerini yok etme anlayışına dayanıyor ki bu da mümkün değil, çare değil.

Zaten bu tarzın maliyet; evlet ve iktidarları çökertmiş; dostları kahrettirmiş, düşmanları sevindirmiştir. Haçlıların haremimizde ahkâm kesilmeleri de bu yüzdendir.

Peki işin çözümü yok mudur? Vardır elbet bunun da bir çaresi!

Farklı kişi; değişik ortam, yer ve zamanlarda “çözüm ne” diye sorduğumda, ulema, ihtilaf etse de verilen cevaplar:

Bilirim ama yeri ve zamanı değil.

Desem de boş. Kim bilir nesin, ne için soruyorsun? Kim bilir belki de sen… Meseleyi Ankara’da da konuştum; vekillere, bakanlara dedim(?)

Abi bu halka yüz veriliyor; devlete uymayanı yaşatmayacaksın(!).

Ne eksiğimiz var ki sorun çıkarıyorlar? Ne sorunu; sorun yok ki!

Halkımız neyi istiyor; gidip dinlememiz lazım. Bin yıldır beraberdik de neden son yıllarda sorun oldu ki?

Dış güçler karıştırıyor…” uzayıp gidiyor. Geneli de yola çökmüş Hindistan İneklerini ürkütmemeye özen gösteriyor. Aslına bakabilirsek;

“Derman arardım derdime, / Derdim bana derman imiş”

Kürt sorununda da durum aynıdır.

Yüz yıldır, sunulan alanda birileri suç işliyor. Birileri de ceza kesiyor.

Milli Şefler’le; güzel şeyler düşünüldü, konuşuldu, vaat edildi. Yine aynı dönemde, maddi-manevi alanların birleştirici harçlarına red ve inkâr uygulandı. Halka rağmen çok şeyler yapıldı. “değiştirilmesi teklif edilemez” zırhıyla beka düşünüldü.

Menderes; gaspedilen kadim kazanımların bazılarını iadeye çalıştı. Kürt meselesine sıra daha gelmeden Milli Şef uyarmıştı; “Seni ben bile kurtaramam” diye. Yassıada’nın Yargısız mahkemelerinde, dediklerinin fazlası oldu.

Demirel, yarının tarihini kendince okuyan kurt siyasetçiydi. Kürt sorununun dış mihraklara bırakılmayacak kadar mühim olduğunun farkındaydı. “Kürdistan kurulacaksa; onu da biz kurarız..” dese de “teklifini” dahi yapamadığı düşüncesinden caymış;(!) hep uygulanmış ama itiraf edilmeyen bir hakikati(!) ifşa etmişti. “Devlet, rutinin (hukukun) dışına çıkabilir” demişti. Avenesiyle beraber, fail-i meçhul dosyaları yeniden başlatmıştı.

Merhum Özal; mazideki haleflerini gölgede bırakacak şekilde; red ve inkâr alanlarında ezberi bozacağının işaretlerini verdi. Derin ve derman olabilecek reçetelerle alana inmeye çalıştı ama o zekâ küpünü de uzak ve yakın derinler yaşatmadı. Yine de geleceğe ışık tutacak, engellenemeyecek farklı çığırlar açmıştı.

Merhum Erbakan; halkın inancından ve yerli olan her değerden cesaretlenerek; had bilmezler diyarında, dokunulmaz kutsalları(!) “teşhis, teşhir ve tel’inle tecziyeye çalıştı.  “Doğu’nun dağlarına ‘Ne mutlu türküm deyene’ yazarsan, birileri de kalkar, ‘ne mutlu Kürdüm diyene’ der..” demişti.

Yarının tarihini okuyamayan, ışıktan kaçan yarasalar, cehalet kılıcıyla, ışığın reçetesine saldırmıştı. Merhum, kaybederken kazanmıştı…

Onun mirası, 28 Şubat’ın ağır ve karanlık döneminde pişecekti. Legal ve illegal engellemelere rağmen, Erdoğan’ın dönemi engellenemedi. Bu dönem; 28 Şubat’a kadar yüz yıllık basılmış duygu, gözyaşı, dua ve çabaların sonucu gibiydi.

Korkuların üzerine gidildi, reddedilen her şey olmasa da çoğu değerler geri çağrıldı. Haçlı istihbaratlarına bırakılmayacak kadar hayati öneme sahip Kürt Sorunu, en cesur şekilde masaya yatırıldı; çözüm süreci başlatıldı; istikrarı yakalamış olan her batılı ülke gibi “bizimkiler(!)’ de “dağdaki ve bağdaki” her kes ve her şeyle yüzleşeceklerine dair büyük şeyler ettiler..

Üç adım, bir anda ileri atılmıştı ama yine ilk adıma… Rücû makamından kurtulamıyoruz. Paraleller biter; anlamakta zorlandığınız bir başka ucûbe paralel gelir. Sanırım ipte de var, sapta da var; ipi eğirende de var.

Dedenden anlattıklarını yaşamaktan kurtulamıyoruz, ne iştir anne? Derim ki:

“Güzel aşk cevrimizi/Çekemezsin demedim mi/Bu bir rıza lokmasıdır/Yiyemezsin demedim mi // Yemeyenler kalır naçar/ Gözlerinden kanlar saçar/ Bu bir demdir gelir geçer/ Duyamazsın demedim mi // Girelim Ali serine/ Çıkalım meydan yerine/ Küfrümüz iman yerine/ Sayamazsın demedim mi?” (Pir Sultan). Vesselam.