• DOLAR 32.335
  • EURO 35.126
  • ALTIN 2306.74
  • ...

TRT, tarihe ışık tutan filmlere imza atıyor. Reyting rekorları kıran bu filmler, ümmetin susadığı alanlara ışık tuttuğu için haklı olarak, geniş kitlelere ulaşıyor.

Bunlar; Mehmetçik Kutlu Zafer -nam-ı diğer- Kut`ul Amare, Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamit dizileridir.

Başka özel kanallarda ayrıca araştırılması gereken “gençlik ve aile hayatını” da zehirleyen; kontrolsüz çılgın gençlik türeten diziler de vardır.

Türkiye Cumhuriyeti, her ne kadar üniter/ulus devletse de farklı ırkların tenasüp oluşturduğu Anadolu coğrafyası üzerinde hayat bulduğu da bir gerçektir.

Sayın Cumhurbaşkanının hep vurguladığı gibi; “Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arap…” milletlerinin ümmet olduğu; sair inançların da hep beraber Adem Baba`dan dolayı kardeş olduğu bir güzel coğrafyadır Türkiye.

Yukarda saydığımız filmler, başlangıçta insani ve İslami” yönden tutturdukları mütevazı evrensel çizgiyle, zihinlerin derinlerine hükmederken; zamanla, özellikle de Cumhur İttifakı`nın sosyal ve siyasal alana hükmettiği süreçlerden sonra, daha milli ve yerele kaydı.

Diriliş Ertuğrul; Doğu, Güneydoğu ve Şam coğrafyalarında; dönemin deyimiyle Diyar-ı Ekrat`ta, Kürdistan başladı. Osmanlı alperenlerinin, bölgenin kadim halkı Kürt yerel liderleriyle çok sıkı ve candan ilişkileri, kader birliktelikleri olmuş; artarak devam etmiştir. Bunun şahidi ise Malazgirt Zaferi`nde, Diyojen`in saflarını terk edip Sultan Alparslan`ın saflarına katılan Kurt, Uz ve Peçenek birlikleridir. 

Filmde; Türk ve Kürt beraberliği, hiç olmazsa Şarkî Anadolu`da belirgin olmalıydı. Bu, hem bir tarihi gerçeklikti; hem de duygusal bağları zayıflatmaya çalışan mihrak ve olayları dizginlerdi.

Baştan beri dizide işlenen tek ilişki; bir Kürt devleti olan Eyubiler`le olan Şam`daki ilişkiydi ki o da çekişme ve kavgadan ibaretti.  Kayı Boyu`nun Bizans ve özellikle de Moğol istilasına karşı verdikleri mücadelelerde; bölgesel, sosyal ve siyasi ilişkilerin tümünde, Kürt-Türk ilişkilerinden eser yok. Ümmetin gururla takip ettiği dizi; gittikçe “Muhtaç olduğun kudret, asil kanda mevcut..” temeline oturtulmakta! Ayıptır, günahtır…

Kut`ul Amare; Osmanlının ümmeti temsil ettiği Kürt ve Arap bölgesinde geçmesine rağmen; olay, dar bir güzergâhta yürütülmektedir.  Amaredeki başarı, sadece Osmancık Taburu`na ve iki Arap kıza bina edilmektedir.

İngilizlerin, “Bağımsız Kürdistan ve Ortadoğu liderliği vadini, Osmanlıya tercih etmeyen Kürtlerden” eser yok.

Bu kardeşliğin işlenmesi neye zarar verir; hangi akılla işlenmiyor? Bu kadar öteleme, bunca ret ve inkâr hangi dönemin Türkiye`sine hizmet eder diye sormazlar mı?

Payitaht Abdulhamit dizisinde, durum yine aynı.

Sultan Abdulhamit, İstanbul`daki iç ve dış ihanet çetelerini ve bunların paralellerini; Doğu`dan getirdiği alaylarla hizaya getirmiştir. Bunların aracılığıyla her şüpheli derdest ediliyor, Teşkilat-ı Mahsusa`ya teslim ediliyor. Yakalanan şüphelilere; “ben bilmez, merkez bilir…” ifadesi de Doğunun, Payitaht`a bıraktığı ifadelerdendir.

Hülasa bu filmler; birlikteliği sağlayacak daha kavi ümmet ve kardeşlik harçları üzerine bina edilmeli.

Saydığımız dizilere ciddi paralar harcanmakta, seviyeli işler de çıkarılmaktadır. Hal bu iken; bu dizilerde “atalar dinini(!?) aşmak lazım; Milli Şeflerin düzmece ve dayatma kutsallarını kırmak lazımdır.

Ortadoğu halklarının tümünde, duygusal bağlara yönelik derin mühendislik ve tahribat çalışmaları var. Türkiye`nin yukarıda bahsettiğimiz dizileri bu tahribatı onaracak; karşı darbe indirecek imkân ve kabiliyete sahiptir.

Unutulmamalıdır ki; Kürt ve Türk ırkları, bunca tahribata rağmen en çok birleşmiş ve pekişmiş ümmetin iki mütemmim cüzleridir. Birbirine yakışmış, et ve tırnak gibi birleşmiştir.

Bu uyum; tahripkâr, iliğini kemiren yerli ve yabancı odakların hedefinde. Zor süreç ve dar boğazlardan geçtiği de bir gerçektir.  Gaflet, delalet ve ihanetlerden dolayı bölgesel kadim değerler yokuşu aşamıyor, tekliyor!

Belli ki her kes kendi çapında günahkâr, her kes ileri gitmiş. Zor ama tövbe ve geri adım, farz-ı ayndr.

“Özür dilemek; birilerinin haklı veya haksız olduğunu göstermez. Birinin karşısındaki kırdığı kişiye verdiği değerin ölçüsüdür” (Freud)