• DOLAR 32.34
  • EURO 35.197
  • ALTIN 2247.142
  • ...

Eğitim sistemimiz, “ilmiye sınıfının bozulduğu” son iki yüz yıldır arayışta. Neticede yol alınsa da sahile çıkma adına kendini bulmaya yönelik asıl arayış ise devam etmektedir.

Bir çözüm arayışı olarak uygulamaya konulan “mecburi eğitimin tarihi” 1870`lere dayanmakta. Osmanlının kuruluş ve yükselme dönemlerindeki eğitim sistemi; “gönüllülüğe dayalı bir sivil toplum faaliyeti” olarak devam etmiş, asıl başarıyı getirmiştir.

Aşiretten, dünya devletine dönüşen Osmanlı İmparatorluğu bunun somut göstergesidir. Gönüllülük esasına dayalı bir sivil toplum faaliyeti olarak devleti oluşturan halkların geneline hitap eden eğitim sistemi, “zorunlu, tek-tipçi eğitimin” dışında bir faaliyet olmuştur.

Esasen devlet; olur olmaz bahanelerle eğitime müdahale etme yerine, altyapıyı hazırlayan, önündeki engelleri kaldıran; tarafsız koordinatör bir rehber vazifesini görmeli. Her vesileyle eğitimin yoluna çıkan, sanal kutsallarını dayatan bir devlet vesayetçi olur.

Vesayetçi sistemler; bilimsellik yerine, -varlık sebebi olarak gördükleri- toplumu çatıştırmaya yönelir, sürekli düşman türetir; zıtlıklardan nemalanmaya çalışır. Bu da halk tabanında faklılaşmalara, ayrışmalara, çatışmalara götürür.

Günümüz Müslüman ülkelerdeki çatışmaların temelinde, “kendi haklarına rağmen var olan” statükoların payı büyüktür. Yaşam sebeplerini; ayrıştırmaya, çatışmalara bağlayan vesayet yönetimleri, günümüzdeki “kriz, kaos, çatışma ve katliamların” da asıl aktörleridir.

Gelenektendir; Müslüman ülkeler, sıkıntılarını; dış düşmana, düşman olarak türettikleri iç yapılanmalara bağlaya gelmiş; çözümü de bu düalist çatışmalarda aramışlardır.

Fincancı katırlarını ürkütmeden, Müslüman ülkelerin durumuna, sürekli çatıştırılan unsurlara bakalım. “Sağ-sol çatışmaları, Alevi Sünni, laik anti-laik, kadın erkek; Türk, Kürt, Arap, İran… çatışmaları” bunlardandır.

Uygulanan “ret, inkâr ve imha” projelerinde de aynı durum var.

Surun şu; “benim yolum en doğrudur” demek sorunlu olsa da izahı vardır. Kuru cehaletin bir sonucu olarak; “tek doğru benim yolumdur” tezi, zihinlere kazınmış. Suriye, …Arabistanlardaki durum budur. “benim yolum tek doğrudur” denildiği zaman; diğer tüm yolların hayat hakkı imha edilir, diyalog ve istişare biter, akl-ı selimin ortak yoluna varılamaz; “ret, inkar ve imha” denilen tek metot kalır ki bu da çıkmazlara, kaosa, nihayetinde de faşizme götürür.

İşe eğitim açısından bakmak ve çözüm üretmek lazım.

Tekrarlarsak; “toplumu kontrolün en ucuz yolu” (John R.Lot) olan dayatmacı zorunlu eğitim bir yere kadar çözüm olabilir ama nihai ve ilmi çözüm olamaz. Fakir aile çocukları okusun(!)” diye dayatılan zorunlu eğitim, aslında “bilgi ve istidada göre insan yetiştirmeyi” amaçlayan Türk Milli Eğitim Sisteminin temel ilkeleriyle de çelişmektedir.

Artan meslek ve mesleki teknik okullarına rağmen; sanayi çevreleri; yetişmiş kalifiye eleman bulamamaktan şikâyetçiler. Diplomalı işsizler grubu yetiştiriyoruz. Diploma var, kabiliyet yok.

Netice olarak; öğrencilerin tercih yelpazesi zenginleştirilmeli, yatay ve dikey geçişlerin önündeki engeller kaldırılmalı.

Farklı ırk ve inançların eğitim hakkı, aynı zamanda bir “insan ve insanlık hakkıdır.” Monolotik(tekçi) değil; çoklu, rekabetçi eğitim sistemi benimsenmelidir.  

Her alanda teknokrat ve bürokratların konuşması yanlışa götürdüğü gibi; sadece eğitimbilimcilerin son sözü söylemeleri de “birey ve aile sistemini” yok edeceğinden sıkıntılıdır. Çocuğunu, şüphesiz herkesten daha çok seven “aile,” eğitimin içinde ve belirleyici aktörü olmalı.

Devletin eğitime doğrudan müdahalesi; devlete külfet getireceği gibi sistemi de “dayatmacı, dogmatik içerikle” güdükleştirir.

Özgürlükçü, çeşitliliğe açık ve rekabetçi bir eğitim sistemi; istikrar ve başarının da adresidir vesselam.