• DOLAR 32.323
  • EURO 35.113
  • ALTIN 2298.801
  • ...
SON DAKİKA

Hurafeler denilince daha çok İsrailiyyat yoluyla dine karışan eski mitoloji ve efsanelerden oluşan veyahut sonradan uydurulup İslam'ın gerçeğiyle bağdaşmayan batıl inançları veya davranış biçimlerini telkin eden hikâyeler akla gelir.

Nitekim hurafe kelimesinin kökeni de bu tür bir olayın adlandırılmasıyla ilişkilidir. Hurafe, Arap kabilelerinden Uzle'ye mensup bir şahsın adı olup anlattığı inanılmayacak şeylere de onun adına izafetle "Hurafe sözleri" denilmiştir.

Demek ki, Hurafeler, İsrailiyyat yoluyla dine sonradan katılmış şeylerden hikâye türündeki efsanelerdir. Bir bölümü Tevrat'ta, bir bölümü ise Tevrat tefsirlerinde olup, bunlar ya esatirden alınma ya da bütünüyle uydurmadır. Tevrat'ta bulunanların bir bölümünün de Tevrat'ın -Babil hükümdarı tarafından yakılmasından sonra- yeniden yazılması sırasında katılmış olması mümkündür.

İsrailiyat, hurafe yığınının omurgasını oluşturmaktadır. İsrailiyat denilen ehl-i kitap hurafeciliğini, özellikle yahudilik yoluyla bünyesine aktaran Müslümanların yanlış kültürü, daha sonra buna hıristiyan, Sasani, Hint, Eski Yunan ve nihayet Türk-Şaman kabullerini de ekleyerek iyice hurafe okyanusuna dönüşmüştür.

Bu itibarla, İsrailiyyat'ın büyükçe bir bölümünün gerçek Tevrat'la ilgisi olmadığı cihetle hurafe olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Semavi kökenli olmayan batıl dinlerin mitolojilerinden kaynaklı efsanelerin ise apaçık bir hurafe olarak değerlendirilmesi gerekir. Çünkü bu dinlerdeki her şey insanların uydurmasıdır.

Şu halde hurafelere karşı Müslümanlara düşen görev nedir? Buna karşı nasıl bir tedbir almaları gerekir! Öncelikle İslam kaynaklı olmayan yani Kur'an ve Sünnet 'in tabiatına uymayan eski mitolojik efsane ve hurafelerden sakınmaları gerekir. Bu hususla alakalı peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem bizlere şöyle yol göstermektedir:

“Sözlerin en güzeli en doğrusu Allah'ın kitabı; yolların en güzeli ise Muhammed'in yolu, sünnetidir. İşlerin en kötüsü ve zararlısı, dinden olmadığı halde sonradan uydurulup dine sokuşturulanlardır. Böyle uydurulmuş her şey bidattir, hurafedir. Her bid'at da dalâlettir/sapıklık sebebidir; her sapıklık cehennemdedir.” (Müslim, Cuma 43)

Hurafelerin dine karışmasıyla dinin özü kaybolur. Hak ile batıl birbirine karışır. Toplumda yaygınlaşması halinde bu asılsız inanç ve uygulamalar yeterli dini bilgisi olmayan kişiler tarafından, dine ait bazı esasların da hurafe olarak görülmesine sebep olur. Böylece "dindarlık" yaptıklarını sananlar, gerçek dini esasların tenkidine yol açmış olmanın sorumluluğunu da yüklenmiş olurlar.

Hurafelere kapılmış kişilerin büyük bir kısmı, cehaletten dolayı bu durumlarını dindarlık, buna karşı çıkılmasını da dinsizlik sanarak taassupla karşı çıkarlar. Dinin kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz. Dindarlık, ancak dinden olanı dince kabul edilen ve emredileni, emredildiği şekil ve şartlarda yerine getirmekle mümkündür. Hakkın ölçüsü, sadece haktır. Hak, Kur'an'da belirtildiği gibi Allah'tan gelen vahiydir:

"(Ey peygamber) Hak ve gerçek olan, Rabbinden gelendir. Sakın kuşkulananlardan olma." (Bakara: 147)                  

Sonuç olarak batılı tanımak için önce Hakkı iyice tanımak gerekir; hurafe ve bidatları tanımak için de İslam'ın öz kaynakları olan Kur'an-ı Mübin-i ve Sünneti seniyeyi iyice tanımamız ve Selefi Salihinin yolunu izlememiz gerekir. Sonradan uydurulup dinin özüne karışan ve tabiatına uymayan gerek eski mitolojilerden ve gerek çağdaş hurafe ve bidatçılardan olsun her çeşit hurafe ve bidatleri reddetmeleri gerekir. Yoksa bilmeden yığınlarca yanlışları yapmakla birlikte doğruları da terk edebilir ve hatta ona düşmanlık bile yapabilirler.

Mevla hurafeleri, hurafecileri iyi tanıyan ve onların hile tuzaklarından sakınanlardan eylesin.