• DOLAR 32.498
  • EURO 34.615
  • ALTIN 2478.317
  • ...

Ahirete neden inanmamız gerektiği konusuna girmeden önce, sosyal hayatımızda yaşadığımız gerçeklerden hareketle insanların hesaplaşmalarına bir göz atmamız gerekir. Bu dünyada haksızlığa uğramayan hemen hemen hiç kimse yoktur. En güçlü insanlar, her istediğini zorla yaptırabilenler bile zaman zaman çok büyük haksızlıklara uğradıklarını söylerler.  

Gerçekten tarihin her döneminde zulmün, terör ve işkencenin, en korkunç örnekleri yaşanmış ve yaşan-maktadır. Nice haklar yenmiş, nice namuslar kirletilmiş ve nice canlara kıyılmıştır. Birçok insanın, değil yalnızca malı ve meşru hakları, namus ve can gibi en değerli varlıkları bile saldırıya uğramakta, haksız yere kanları akıtılmakta ve bir hiç uğruna hayatlarına son verilmektedir.

Peki bu karışıklıklar, bu zorbalıklar sonsuza dek hep böyle mi sürüp gidecek? Haklar çiğnenecek, zayıflar ezilecek, zalimlerin yaptıkları yanlarına kar mı kalacak? Başımızı kaldırıp kâinata şöyle bir baktığımızda görüyoruz ki: İnsan tasavvurunu aşan bu muazzam varlık âleminin yaradılışından, küçük bir yağmur taneciğinin buluttan yere inmesine kadar cereyan eden bütün olayların hiç şaşmayan olağanüstü incelikte hesapları, sebep ve sonuçları vardır.

Öyle ise bu kâinatın en önemli bir parçası olan insan, başıboş yaratılmamıştır. Yaptığı her şeyden Mutlaka sorumlu tutulmalı ve yargılanmalıdır. Çünkü Allah (cc) onu diğer varlıklardan çok farklı yaratmıştır.  Allah'ın eserleri arasında ondan daha imtiyazlı bir varlık yoktur. Zira insan, aklı ve iradesi sayesinde düşünür, hesaplar ve tasarlar. Ondan sonra da kendince doğru ya da zorunlu gördüğü gerekçelere tutunarak seçimini yapar.

Zira insanın düşünce, görüş, inanış ve kanaatleri arasında sürekli bir çatışma vardır. Bu çatışma, hayvanlar arasındaki kavgalar gibi içgüdüsel ve basit değil, iradeli ve genellikle önceden planlıdır. İnsanın en haksız ve en vahşi davranışı bile muhakemeli bir kritiğin sonucudur.  Onun içindir ki, düşmanlıkları da bazan kuşaktan kuşağa zincirleme devam eder.

İşte bütün bu gerçekler, bir âhiret hayatının, bir hesap ve bilançonun kesin, kaçınılmaz ve şart olduğunu kanıtlamaktadır. Akıllı ve özgür insanın vicdanı, mantığı ve sağduyusu bunun tersini yalnız reddetmekle kalmaz. Aynı zamanda bir hiç sayar ve onu asla tartışmaya yanaşmaz, hatta buna isyan eder! Bu gerçeğe bir örnekle açıklık getirmekte yarar vardır.

Ahirete asla inanmadığını söyleyen insana denilse ki: "Tamamen haksız yere ve faili meçhul kalmak üzere kesinlikle öldürüleceğin bir sırada ve ölümü âdeta her nefeste solumaya başladığın böylesi korkunç dakikalarda seni bu haksızlığa uğratmak ve bir hiç uğruna hayatına son vermek isteyen kimseye karşı içinde hiçbir intikam duygusu sezmez misin?" Böyle bir soruya muhatap olan sağduyulu, aklı başında hiçbir insan "Hayır" diye cevap veremez.

Çünkü insan, bıçak altına yatan koyun değildir. Haksız yere idam cezasına çarptırılmış nice insanların sehpa üzerinde "Ben suçsuzum! Ben mağdurum" diye haykırdıkları bir gerçektir. İşte insanın içinde haksızlığa karşı doğan ve kendiliğinden bir körüklenme ile kabaran bu intikam duygusu, Allah'ın ahiretteki mukadder ve mutlak adaletini haber vermektedir.

ahirete inanmayan insan bile bir haksızlığa hedef olduğu zaman bunu yapanın, hak ettiği cezaya mutlaka çarptırılacağına içinden gizli gizli inanır. Ama bunu diliyle ikrar etmediği ve evrensel bir realite olarak kabul etmediği sürece mümin sayılmaz.

Ahiret inancı olarak bu gizli duygunun insandaki varlığına gelince, farkında olsun ya da olmasın, onun doğasına kazınmış kesin bir mühür gibi zaten vardır. Çünkü insan, diğer bütün canlılardan farklı olarak engin bir iç dünyaya sahiptir. Büyük bölümünü dışa vuramadığı bu engin dünyasını biyolojik yaşamıyla ancak sürdürebilmektedir.

Bu dünyadaki yaşam sona erince verilen son nefesle geri dönüşü olmayan bir mum gibi sönüverip ebediyen kayıplara karışması hiçbir şekilde açıklanamaz! Dolayısıyla bu biyolojik yaşam süresince insanın, nefesten heceye işlediği her fiilin mutlaka bir muhasebesi yapılacaktır. İşte kıyamet günü bu muhasebenin sonunda ilahi adaletin önünde herkesin hakkı belirlenecek, haklı hakkına kavuşacak, haksız da hak ettiği cezaya çarpılacaktır.