• DOLAR 32.509
  • EURO 34.823
  • ALTIN 2491.241
  • ...

Hz. Adem’den bu yana Allah’a iman ve din hep insanlığın birinci gündemini belirlemiş; toplumun ve bireylerin düşünsel ve yaşamsal münasebetlerini dizayn etmiştir.

Raydan çıkıldığında, merkezden çok uzaklaşıldığında, zulüm kol gezdiğinde de peygamberler gönderilerek vaziyet düzeltilmeye çalışılmış; apaçık deliller ile de düzelmemişlerse helâk edilmişlerdir. 

Mesajları ve iddiaları inkâr edilmiş ama tarihin hiçbir döneminde peygamberlere küfredilmemiştir. Yaşadıkları toplum, kişiliklerine hep hayran kalmıştır. Ancak zalimler halkla aralarını perdelemişlerdir.

Hiçbir peygamber davetine insanları mecbur etmemiştir. Bilakis, akıllarına, duygularına, tarihi birikimlerine ve yaratılıştan gelen temayüllerine dokunmuşlardır. Sadece ahiret yurdu ile uyarmışlardır.

Tarihi vesikaların tamamı bize gösteriyor ki tüm peygamberler naif, nazik, zarif, cesur, cömert, merhametli, hümanist, zeki insanlarmış.  “Ah şu iddian olmasaydı seni başımıza taç ederdik ama…” diye hayıflanmış o günün teslim olmayan insanı. Azılı düşmanları bile peygamberlik iddialarına karşı çıkma dışında insani hiçbir kusur atfetmemişler.

Allah inanmaya asla mecbur etmemiştir. Hatta İslam’da gayrı müslimler için inançlarına uygun koca bir hukuk tesis edilmiş ve uygulanmıştır. Mesela içki üretme, satma ve kullanma hakları hukuki güvence altına alınmış, ancak, bu gün televizyonlarda reklamı yasaklandığı gibi toplumu bozacak şekilde alenen kullanımı kısıtlanmıştır.  Fakat inkârcılar bugün olduğu gibi dün de peygamberleri ve müntesiplerini her türlü fiziki ve psikolojik işkencelerden geçirmişler.

Elbette Allah’ı ve peygamberleri inkâr etme hakkı vardır. Zaten Allah da insanı serbest bırakmıştır. Cebri bir iman makbul görülmemiştir.  Tahkiki olanı da taklidi olana tercih edilmiştir.

İnananlar inanmayanlar için sadece ve sadece ahiretleri adına üzülürler. İnanmayanlar da bize sadece ve sadece onlara göre olmayan bir şeye inandığımız için üzülsünler ve acısınlar. Türkiye’de, dünyada hiç olmadığı kadar Müslümanlara ve mukaddesata hakaret ve küfretme alışkanlığı vardır. Bu “cüret”, alışkanlığını ve cesaretini “kurucu hikâyeden” alıyor olsa gerek.

Belki azınlık bile sayılmayacak kadar azsınız ey inanmayanlar. Birbirinizle ve şeytanla baş başa kaldığınızda ve bizim duymayacağımız “alem”lerde istediğiniz kadar; bağıra çağıra; nara ata ata küfredebilirsiniz. Ama aklınız başınıza geri geldiğinde alenen ve uluorta inancımıza küfretmeyin lütfen. Bu küfrünüz imanımızı artırmaktan başka bir işe yaramıyor anlasanıza.

Yüzde doksanından fazlası diliyle ve kalbiyle Müslüman olduğunu ikrar eder bu memlekette. İnanmayanların çoğu da olgun ve saygılıdırlar halka. Belki birkaç köşe başını tuttuğunuz için sesiniz çok çıkıyor ama inanın birkaç kişisiniz. Düşünün birkaç kişiyken bu kadar küfrediyor ve nefret ediyorsunuz; ya maazallah yüzde doksandan fazla olsaydınız kim bilir bize ne yapardınız; düşünün de size ne kadar merhametli olduğumuzu anlayın.

Zaten inanmadığı bir şeye küfretmek akıllı bir insanın karı olamaz. Deli derler. Olmayan/olmamış Adem’e küfredilir mi? Yoksa siz birkaç kişi de aslında içten içe inanıyorsunuz da bu inancınızı bastırmak için mi küfrediyorsunuz? Ayrıca, insana, inanca, hayvana, taşa heykele saygıyı en çok siz ağzınıza pelesenk yapmışken…

Biz asla inancınıza pardon inançsızlığınıza küfretmeyiz. Zaten Allah bizi bundan men etmiştir. “Allah’tan başka yalvarıp yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söverler. İşte böyle, biz her ümmete yaptıklarını süslü (çekici) gösterdik, sonra onların son varışları Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını onlara haber verecektir. (Enam-108)”