Evlat olsa sevilmezler!
Bir tavuğun yumurta vermediğini, bir ineğin sütünden insanları mahrum ettiğini, bir taşın inşaatta kullanılmayı ret ettiğini henüz insanlık duymadı.
Yaratılış gayesine ve fıtrata ters bir tavır, insanoğlu dışında hiçbir varlıkta görülmez; çünkü muhakeme etme ve bundan bir sonuç çıkarma yetisine sahiptir.
Akıl ve işlevsel davranış olarak insan, kendi türünün muhteşem bir varlığı olsa da asıl istenen bu değildir.
Kendi bencil çıkarları için aklı devreye almanın akıllı olmakla alakası yoktur.
Kendini diğer insanlardan üstün gören ve zihniyet olarak köhnemiş bir meczupluk taşıyanlar, elbette insani özelliklerden sıyrılmıştır.
Bir seçim sürecinin ikinci aşamasında olduğumuz bugünlerde çıkarcı, aşağılayıcı, ötekileştirici eleştirileri gerek depremzedelere gerek Cumhur İttifakı’na destek veren halka karşı bu denli pervasızca yapmak, akılsızlığın yahut insani özelliklerden yoksunluğun en belirgin özelliğidir.
Bu insafsız ve eksik akıl yaklaşımlarında bulunanlar bir tavuk veya inek kadar yaratılışlarına sadık değillerdir.
Öyle ki okumuşluk veya eğitim düzeylerinin Avrupai yahut akademik olmasının üzerlerine çöreklenen akılsızlık ve ahmaklık perdesini kaldırmadığı açık ve nettir.
Demek ki aklın dahi tek başına yetmediği yerlerde ahlakın da olması gerektiğini anlamamız için bu olayların bir daha yaşanması gerekiyordu.
Akılsız olmanın anlaşılabildiği bir toplumda yaşıyoruz; ama ahlaksız olmanın hiçbir şekilde anlaşılmadığı ve kabul görmediği bir toplumumuz var.
Bu hafif zekâlı varlıkların, eğitimin lisan veya lisansüstü şekliyle düzelmeyecekleri malum; çünkü kendilerini toplumumuzun seçkin ve elit kesimi gören anlayış ve zihniyetleri dolayısıyla bir türlü halkta karşılık görmüyorlar.
Müslüman topluma, değerlerine, ahlaki erdemlere karşı saygı göstermeyen ve aşağılayan yaklaşımla çok itici ve kaba oluyorlar.
Bu Müslüman toplum onları sevmediğinden değil, onları kendi değerlerine bile dürüst olmayan bir yaklaşımda gördüğünden kabullenmiyor.
Hatta ‘evlat olsa sevilmez’ denilecek kadar samimiyetsiz tutumları ve Müslüman halka karşı içten pazarlıklı tavırlarıyla sevilmemenin zeminini kendileri oluşturmuş.
Bu derece yaratılışına asi olan bu zihniyetin, fıtratta var olan din ve değerleri adına ne varsa düşmanlık göstermeleri, fıtratına isyan etmeyen tavuk veya inek kadar kıymet görmüyor.
Kendilerini nimetten saymaları için önce ahlaki faziletleri kabullenen bir öze dönüş yapmaları gerek.
Lakin bozulan fıtratları bir türlü halkın frekansıyla uyuşmayarak asıl niyet ve yüzlerini gizleyip halkı aşağılayarak göstermelerine kadar götürüyor.
Fıtratta bu var, ne yapalım!
Bir nükteyle bitirelim:
Akrep suyun karşısına geçmek için kurbağayı sokmayarak sırtında karşıya geçmeye ikna ediyor ve derenin ortasında iğnesiyle kurbağanın sırtını kaşıyor.
“Hani sokmayacaktın?” diyen kurbağaya “Huyum kurusun, ne yapayım? Fıtratımda var.” deyip kurbağayı sokuyor.
Suda kendi ölümü pahasına da olsa…
Neden mi anlattım?
Öylesine mi acaba?