Bu hafta köşemi depremi yaşayan bir kardeşimize bırakıyorum
Deprem illerini dolaşıyoruz. Adıyaman’dayız.. Yaşananlar adeta küçük bir kıyamet… Bu hafta köşemi depremi bizzat yaşayan bir kardeşimizin yazdıklarına ayırıyorum. Adıyaman’da depremi yaşayan bir kardeşimizin kaleminden…
“Depremin sarsmasıyla fırladım yatağımdan. Teheccüd saatiydi.
Koridorda kapı eşiğine çöktüm. Sarsıcı ve ürkütücü bir şekilde sallanıyorduk. Dört bir tarafa...
"La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin" duasını ailecek haykırıyorduk. Hz. Yunus (as) duası yankılanırken hanemizde feci şekilde sallanıyorduk. Uzunca bir süre sonra durdu. Hemen tahliyeye başladım. Annem, babam derken hepimiz aşağıya sağ salim inmiştik.
Adıyaman merkezde tüm telefonlar kapanmıştı. İletişim kuramayınca belki bir yardımımız dokunur umuduyla Adıyaman’a gittim. Ailemi, bahçesinde sera olan teyzemlere bırakmıştım. Seranın içinde belki elli aile toplanmıştı.
Hızlıca merkeze vardım. Gördüklerim karşısında dehşete kapılmıştım. Aman Allah'ım! Sanki kıyamet kopmuştu. Yıkılan binalar tüm yolları kapatmıştı. Yürüyerek ilerdim. Enkazlar, feryatlar, koşuşturanlar, ağlayanlar ve sessizce etrafına bakakalanlar...
Tövbe Ya Rabbi, tövbe estağfirullah diyerek uzunca bir süre dolandım. Nereye gideceğimi neye gidiyor olduğumu unutmuştum.
Enkazın birinde çalışmaya başladık. Kimseden tek bir kelime çıkmıyor. Konuşmak ne mümkün.
Hava çok soğuk, yağmur taneleri üzerimize düştükçe çaresizliğin zirvesinde Rabbi Rahman'a iltica ediyoruz. Sessizce...
Enkazın üst tarafında ayakları gömülü bir kızcağız imdaaat diye yeri göğü inletiyor. Üzerinde bir şemsiyeyle biri öylece durmuş. Hemen işe koyulduk. Elimizle kazıyoruz. Sonra sapı kırık bir kürek, küçük bir balyoz, lastikçi levyesi ve daha birçok işe yarayamaz ekipman ile kızı kurtarmaya çabalıyoruz...
O günün akşamına kadar imdat feryatları eşliğinde kızı kurtarmayla uğraştık. Nafile. Akşama doğru hilti vb. ekipmanlar bulundu ve kızcağız kurtuldu. Babası, ablası ve kardeşinin cesetleri arasında sağ salim çıkartıldı hamd olsun.
Ondan önce enkazın alt tarafını bir oda kadar kazmıştık. Kimseler yok dediğimiz anda mahalle camisinin imamının cansız, sıcak ve terli cesedine ulaştık. Saat öğleden hemen sonrasıydı. Biz onu çıkarmaya çabalarken ikinci büyük deprem olmaya başladı. Can havliyle enkazın üzerine çıktık ve onlarca kişi el ele tutuşarak tekbir getirmeye başladık. İkinci deprem enkaz başlarında çalışanların sayısını epey azaltmıştı.
O anda enkaz altında canlı bulunan bir bayanın "ne olur beni burada bırakmayın, çok korkuyorum" deyişi halen kulaklarımda yankılanıyor.
O gün akşam saat 22’ye kadar donmuş gibi moraran parmaklarımızla enkaz kazımıştık. Su yok, ekmek yok, yetkili yok, ekipman yok, ekip yok! Yok yoka karışmış, yoktan başka hiçbir şey yok!
Sadece Rabbimiz var ve kalbimizde sarsılmamış imanımız. Çok şükür sekiz canı canlı, beş tanesini vefat etmiş halde çıkarmıştık.
Gece Umut Kervanı Vakfı’ndan birileri bize ulaştı. Su, gofret ve battaniye verdiler. O suyun tadı ve o gofretlerin yüzümde belirttiği mutluluğu hiç bir zaman unutamam.
İlk akşam enkazların çok olduğu sokaklarda gezindim. Korkudan, sessizlikten ve kimsesizlikten başka bir de ürkütücü enkazlar vardı. Yüz binlerce nüfuslu bu kadim şehrin merkezinde insanın esamesi bile okunmaz olmuştu. Üşüyordum, korkuyordum, yüreğim sarsılmış, ciğerim parçalanmıştı. Gözyaşlarım yağan yağmurla yarışıyordu adeta.
O vardı başkaca hiç bir şey yoktu. O(cc)'na sığındım, yalvardım, tövbe ettim. O'na sundum içimi, sevdiklerimi, sol yanımı, şehrimi...
İkinci günü de yoklar arasında varları aradık. Umut Kervanı Vakfı’ndan bize sıcak çorba dağıtıldığında, ilk defa midemize inen sıcak bir aşın gözlerimizde yaş olduğunu öğrenmiştim. Üçüncü günün yarısında birileri belirdi. Küçük bir vinç, jeneratör, hiltiler vb. ekipmanlar geldi.
Dördüncü günün akşamı Adıyaman’da beş bin iki yüz defin işlemi gerçekleşmişti. Kefensiz, bedensiz, mezar taşsız binlerce canımızı toprağa vermiştik.
Altı gün boyunca enkazlarda çalışıp araçlarda uyuyorduk. Uyuyabilirsek tabi... Paranın, altının, malın mülkün beş kuruş etmediği altı gün...
Enkazın birinde hiç canlı çıkan olmamıştı ancak kilolarca altın çıkmıştı, neye yarar... Bir ömür harcanarak toplanan altınlar, paralar, dövizler, eşyalar, evler, binalar büyükçe bir tabut olmaktan öteye geçememişlerdi. Hiçtik, hep hiçi biriktirmiştik...
İstiflenmiş gıdalar, derin dondurucularda aylarca yetecek et, balık ve daha bilmem neler neler; hiç biri tek bir işe yaramamıştı. Sevgimizi, muhabbetimizi, tebessümümüzü bile metaya harcamışız meğer...
Konforumuza feda ettiğimiz akıbetimiz hem konforumuzu bitirmiş hem de sonumuzu getirmişti.”