• DOLAR 32.534
  • EURO 34.774
  • ALTIN 2493.031
  • ...
SON DAKİKA

İstanbul'da toplanan Kudüs zirvesi, tarihi bir öneme sahiptir. Her ne kadar bu zirve beklentileri karşılamasa da İslam ümmetinin içerisinde bulunduğu duruma nispetle önemli bir refleks sayılmalıdır. Kudüs davası konusunda Müslümanların gardının tamamen düştüğü böyle bir zamanda, İslam ümmetine "oldu bitti"yi dayatanlar, böyle bir girişimin pek de kolay olmadığını gördüler. Müslüman halklar ve devletler, son zamanlarda belki de ilk defa aynı duygu ve paydayı paylaştılar. İhtilaflı olan ülkelerin bile aynı zirvede bir araya gelmeleri son derece ümit vericidir. Mısır ve Suudi Arabistan'ın tavrına gelince, bu tutum tek kelime ile utanç vericidir. Özellikle Suudi Arabistan veliaht prensine biçilen rol, İslam ümmetinin başını ağrıtacağa benziyor. Müslümanların bu denli bir araya gelmeleri Siyonistleri rahatsız edecektir. Siyonistlerin de Müslümanların Filistin davasına yoğunlaşmaması için, Ortadoğu'yu ateşe atmaya çalışacağı aşikârdır. Böyle bir atmosferin oluşmaması için Müslümanların ortak tutum belirlemeleri lazımdır. İslam dünyasını karıştırmak, kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaraları kanatmak ve İslam ümmetinin fay hatlarını mezhepler üzerinden harekete geçirmek için Lübnan'a bir saldırı olabilir. Başlayan kargaşa içerisinde, ne edip edip, mesele bir mezhep savaşına dönüştürülmek istenebilir.

Bu zirveye katılan ülkeler, böyle bir komploya karşı ortak blok oluşturmak durumundadırlar. Bilinmelidir ki, böyle bir saldırı olursa hedef sadece Lübnan değil, Müslümanların birlik ve beraberliğidir. Dengeleri ve denklemleri iyi okumak lazımdır. Küçük meselelere takılmamak gerekir. Lübnan, Filistin veya başka bir ülkeye olası bir saldırı olması durumunda hedefin tek bir devlet olmayacağı, İslam ümmetinin birlik ve beraberlik ruhu olacağı aşikârdır. Bu itibarla, Kudüs'ün bereketiyle bir araya gelmiş ve sinerji yakalamış olan Müslümanlar, artık siyasetlerini bu zemin üzere inşa etmelidirler. Kudüs konusundaki birliktelik, temel bir stratejiye dönüştürülmelidir. Akabinde bu strateji muhkemleştirilmeli ve geliştirilmelidir. Bu zirve, bize tercüman olmasa da başlangıç olması itibariyle kıymetlidir. Realite üzerindeki değerlendirme bize bunu göstermektedir. Ama bu adım sadece yolun başlangıcı olarak kabul edilmeli ve süreç geliştirilmelidir.

Yani, alınan kararlar hiçbir şekilde nihai kararlar olmamalıdır. Alınan kararların da gereği yapılmalıdır. Madem Doğu Kudüs Filistinlilerin başkenti olarak kabul edildi, o halde hemen bu kararın gereği yerine getirilmelidir. Bu karar, soyut bir kabul ile sınırlı kalmamalıdır. Diplomatik dilde bu kabulün gereği ne ise derhal yerine getirilmelidir. Filistin'in başkentinin Doğu Kudüs olduğu deklare edilirken, hiçbir zaman Batı Kudüs'ün Siyonistlere terk edildiği eğilimi ve intibaı oluşturulmamalıdır. Tam tersine, Doğu Kudüs'ün, Filistin'in başkenti olduğu ilan edilirken, Batı Kudüs'ün işgal altında olmasından dolayı şimdilik Batı Kudüs'ten bahsedilmediğine bir atıf olmalıydı. Ama her şeye rağmen Müslümanların Kudüs konusunda hala ürkek ve utangaç bir tavır içerisinde olduğu bir hakikattir.

İTT sonuç bildirgesinde; sadece doğu Kudüs değil, tüm Kudüs için başkent ifadesi kullanılabilir; ama realite uygun değilse bu kabulün gereği sadece Doğu Kudüs'te yerine getirilirdi. "Kudüs, Filistin devletinin bölünmez ebedi başkentidir", ifadesi tarihi bir hakikatin ve hakkın ifadesi, kutsal bir misyonun ilanı olurdu. Hedef ilan edilir ve uygun koşulların oluşması için bir süreç başlatılırdı. Ama Doğu Kudüs dediğinizde, hedef ve misyon sınırlaması olur. Ama yine de Doğu Kudüs bir başlangıç olarak kabul edilip tüm Kudüs için bir vizyon inşa edilirse, yine yapılabilecek çok şey var, demektir. Bir karar alınmıştır, bu kararın arkasında sonuna kadar durmak ve gereklerini uygulamak lazımdır. Aksi halde, sonuç bizim açımızdan iyi olmaz.

Şunu da itiraf etmek gerekir ki; alınan kararlar analiz edildiğinde, sanki üzerinde yeterince çalışılmamış olduğu izlenimi bizde uyanmaktadır. Sanki sadece alınan bir karara cevap verme gibi bir intiba var. Farklı seçeneklere karşı farklı hamleler eksik gibi görünmektedir. Alternatif yol haritaları pek göz çarpmıyor. Özellikle caydırıcı niteliğe sahip ekonomik ve askeri tedbirlerin eksikliği, kapsamlı bir programın olmadığını düşündürmektedir. Siyasi adımlar konusunda da son derece utangaç bir politika göze çarpmaktadır. Umulur ki bunlar başlangıç olur ve süreç içerisinde "kervan yolda düzülür."