• DOLAR 32.382
  • EURO 35.077
  • ALTIN 2326.17
  • ...

Merkezi Irak Hükümeti ile Türkiye arasındaki restleşmede bazen itidal ve siyasal müzakere ile sorunları halletme çağrıları gelse de, öte taraftan tansiyonu yükselten bazı açıklamalar da gelmeye devam ediyor. Özellikle resmi kurumlarca desteklenen yarı resmi statüdeki milis güçlerin açıklamaları ve meydan okuyuşları, sahadaki tansiyonu yükseltmektedir.

Bu meydan okuyuşların ve kararlılık gösterilerinin nereye varacağını herkes merak ediyor.  Özellikle meydan okuyuşlarla eş zamanlı olarak sahada meydana gelen askeri hareketlenme ve yığınak, endişeleri artırıyor.  Türkiye cephesinden sınıra doğru büyük bir askeri sevkiyat var. Acaba Türkiye Musul`a girer mi, sorusu akla geliyor.  Öte taraftan özellikle Haşdi Şabi milislerinin çıkışları ve askeri hareketliliği mevcut tablodaki endişeleri daha da artırmaktadır.

Buradaki askeri harekât ve manevralar, daha fazla, kararlılık ifadesi olarak okunabilir. Özellikle siyasal anlamda, taraflar ellerini güçlendirip konumlarını kabullendirmek için böyle manevralar yapabilirler. Ama kontrollü olmayan bu manevraların manipüle edilmesi ve sıcak savaşa dönüşmesi riski her zaman vardır. İşte bu noktada, bölgesel ve yerel aktörlerin sağduyulu davranması lazımdır. Suriye sahasında meydana gelen kriz, İslam ümmetini içerisinden çıkılması güç bir sürecin içerisine çekmişken, Musul merkezli büyük bir krizin ortaya çıkması, İslam ümmetini dönülemez bir felaketin eşiğine getirebilir. Vekâlet savaşının, asıllar tarafından devralınması riskini içeren bu meydan okumalar, tüm taraflar için bir felaket olur. Bu itibarla emperyalistlerin oluşturduğu çelişkilerden istifade etmeyi temel bir stratejiye dönüştürmek yerine, ümmet eksenli bir vizyona odaklanmak lazımdır. Konjonktürden istifade etmeyi temel stratejiye dönüştürenler, uzun vadede kaybedeceklerini göreceklerdir. Sadece kendileri kaybetmekle kalmayacak, İslam ümmetini de yıkıma uğratacaklardır.

Müslümanlar, kendi aralarında tesis edecekleri mekanizmalarla, adalet temelinde çözümlere ulaşabilirler. Herkesin ortak maslahata yoğunlaştığı bir yaklaşımla, çözülemez olarak görülen sorunlar aşılabilir. Krizlerimizin çözümünün tek yolunun savaş olduğu yanılgısını, küresel şer güçler bize dayatmaktadır. Musul sorununda da taraflar adeta bu tek seçeneğe mahkûm edilmek istenmektedir. Oysa “Musul`un Musulluların olduğu” gerçeğinden hareketle, etnik ve mezhebi saikler güdülmeden ortaya konulacak müsbet bir yaklaşım, krizin çözümünün anahtarı olacaktır. Musul, yeni bir Halep olmadan, Musul`un stratejik öneminin büyüsüne kapılmadan hareket etmek gerekir. Son derece cazip bir hedef konumunda olan Musul`un önemi, adalet ve yapıcılığın önüne geçecek olursa, tüm taraflar kaybedecektir.

Kazananı olmayacak bir savaş yerine, herkesin kazanabileceği ortak bir strateji geliştirme mantığını yakaladığımız gün, siyasal sorunlarımızın çözülebileceğini ümit edebiliriz.